TMMOB Balıkesir İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri ve Mimarlar Odası Balıkesir Şube Başkanı Betül Dikici, 5 Haziran 1972'de Stockholm'de yayımlanan Dünya Çevre Deklarasyonu'ndaki “İnsanın, hürriyet, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları sağlayan onurlu ve refah içinde sağlıklı bir çevrede yaşamak temel hakkıdır.” çağrısının 49. yılında olunduğunu belirterek, bu gün ile ilgili olarak gelecek nesillerin emanete sahip çıkmaları gerektiğini belirtti.
Betül Dikici, yayınladığı açıklmada şunları belirtti:
''Birleşmiş Milletlerin Çevre ve İnsan Konferansı'nda temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşamanın temel bir insan hakkı olduğu kararı sonucunda “5 Haziran Dünya Çevre Günü” olarak kabul edildi ve dünyada çevre sorunlarına karşı önlem alınması yönünde pek çok karar alınarak; dünyanın kimsenin özel mülkiyeti olmadığını anlama, gelecek nesillerin bir emaneti olduğunu hatırlama ve bu emanete sahip çıkma günü olarak kabul edilmiştir.
''ÇEVREYİ GELİŞTİRMEK DEVLETİN GÖREVİDİR''
Türkiye, Dünya Çevre Deklarasyonu sonrasında pek çok uluslararası sözleşmeye imza atmış ve taahhütte bulunmuş olmasına rağmen Ülkemiz yöneticileri tarafından dikkate alınmadığı gibi çevre konusunda yapısal ve ciddi tedbirler alınması gerekirken, sorunların daha büyük boyutlarla taşınmasına neden olunmaktadır.
Oysa ki “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir” ve “Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir” şeklinde Anayasa'nın 56.maddesi ile hüküm altına alınmıştır.
Bu anlamda hukuka ve toplum yararına aykırı plan, karar ve uygulamaların ivedilikle durdurulması, bilimsel şehircilik ve planlama ilkelerine bağlı kararların hayata geçirilmesi, uluslararası anlaşmalara esas olan duyarlılıkların kamusal politikaların her düzeyinde yer almasının sağlanması için tüm duyarlı kesimler ile kent, çevre ve yaşam değerleri için mücadele vermelidir.
Ancak ormanlar, tarım alanları, kıyılar, milli parklar, doğal/arkeolojik sit alanları, meralar, kırsal alanlar yapılaşmaya açılmıştır. Nükleer santraller, köprüler ve otoyollar, havaalanları, hidroelektrik santraller gibi birçok projenin çevreye olan etkileri değerlendirilmeden uygulamaların yapılması için hukuka aykırı yasal düzenlemeler yapılmıştır. Tarımı gözden çıkaran politikalarla verimli araziler toprak ve üretim kaybına uğramış ve denetimsiz madencilik faaliyetleri nedeniyle doğa hızla tahrip/yok edilmektedir.
Doğal yaşamı ve ekolojik dengeyi bozan bu proje ve uygulamaların, yoğun yapılaşmanın ve iklim değişikliğinin etkileri ise en çok nüfusun büyük çoğunluğunun yaşadığı kentlerimizde etkisini göstermeye başlamış; bütüncül planlama ilkelerini reddeden anlayış yaşam alanlarımızı doğal afetlere, salgınlara ve yapısal sorunlara karşı güvencesiz hale getirmiş, temel insan hakkı olan “sağlıklı çevrede yaşama” hakkını engelleyen, tarihi ve doğal dokuyu tahrip eden, kültürel değerleri yozlaştıran ve hukuksal denetimi devre dışı bırakan bir anlayış hüküm sürmektedir.
Birbiri ardına planlanan ve yürürlüğe sokulan çevreyi olumsuz etkileyecek olan bu projelerle ilgili olarak meslek odaları, bilim insanları, sivil toplum kuruluşları ve hatta kamu kurumları tarafından düzenlenen raporlar göz ardı edilmiş, yargı kararları yok sayılmıştır.
Meslek odaları başta olmak üzere, yargı, kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları işlevsizleştirilerek duyarlı toplumsal muhalefet baskı altına alınmaya çalışılmaktadır.Ancak bizler, çevreyle uyumlu bir kalkınma ve sanayileşme için, derelerimizin, ormanlarımızın, tabiat varlıklarımızın korunması için, insanlarımızın sağlıklı bir çevrede huzur içinde yaşaması için mücadele etmeye, mesleki teknik bilgimizi bu doğrultuda seferber etmeye devam edeceğiz ve ediyoruz.
YALNIZCA BİR DÜNYAMIZ VAR!
“Önce insan ve doğa” anlayışı yerine “önce ekonomi/tüketim/kâr” mantığının dayatıldığı, “doğayla uyumlu yaşam” yerine “sürdürülebilir kalkınma” adı altında “sürdürülemez kalkınma” anlayışının egemen kılındığı, “sağlıklı ve temiz çevrede yaşama hakkı” nın hiçe sayılarak insanlığın doğal yaşam alanlarının daraltıldığı, insanlığa açlık, yoksulluk, asgari hijyen ve sağlık koşullarından yoksun bir yaşam biçiminin dayatıldığı günümüzde, bugünkü tüketim ve üretim modelleri aynı kaldığı takdirde dünya nüfusu 2050'de 9 milyar 600 milyona ulaşacak ve bugünkü yaşam tarzımızı sürdürmek için üç gezegene daha ihtiyacımız olacak. Oysa, yaşam ortamımız olan dünyamız, tek.
Küresel ısınma ve iklim değişikliği somut bir gerçeklik. Ancak ranta dayalı ve sermaye çıkarı öncelikli uygulamalar yüzünden yaşanan iklime dayalı doğal afet ve felaketlerin sorumluluğunu “iklim değişikliği” kavramına yüklemek haksızlık. Bizlerin insanlığa/topluma karşı sorumluluğumuz var. Henüz vakit varken yaşam biçimlerimizi ve çevreyi koruma anlayışımızı gözden geçirmeli ve radikal olarak değiştirmeli ve tek bir dünyamızın olduğunu unutmamalıyız.
ÇEVREMİZİ KORUMAK İNSANLIĞA OLAN BORCUMUZDUR!
Akarsular üzerinde sayısız ve büyük barajlar inşa edilerek suyun doğal akışına müdahale edilerek ekosistemin bozulmasına izin veriliyor. Sanayi atıklarının nehir, göl ve denizlerimize salınması önlenemiyor.
Doğal dengemizi bozan, başta su ve toprak olmak üzere doğal kaynaklarımızı, ormanlarımızı, meralarımızı, biyo-çeşitliliğimizi, yeşil alanlarımızı, parklarımızı, kıyılarımızı, derelerimizi, denizlerimizi, özetle çevremizi yok eden ve kirletenlere karşı bağlayıcı yasal düzenlemelere dayalı somut yaptırımların ayrımsız derhal uygulanması gerekir.
Mühendis, mimar ve şehir plancıları olarak bizler, teknik-bilimsel bilgiyi ve doğal kaynakları insan yaşamını kolaylaştırmak için kullanan meslek disiplinleriyiz. İnsanın çevreyle kurduğu ilişkinin sürdürülebilir bir temelde yürütülmesinden sorumluyuz. Dolayısıyla çevreye karşı sorumluluğumuz, diğer mesleklerden çok daha fazla. Bizler, bu sorumluluğun farkında olarak, bilimsel ve teknik aklın, çevre ve doğa yararına kullanılması için mücadele veriyoruz.
TMMOB ve bağlı odalar olarak bugüne kadar, doğal hayatı ve ekolojik dengeyi görmezden gelen, halkın geleceğini tehdit eden tüm uygulamalara karşı mücadele ettik. Kimi zaman bilimsel toplantılarla, kimi zaman uzman arkadaşlarımızın hazırladıkları raporlarla, kimi zaman kamuoyuna dönük açıklamalarla, kimi zaman da açtığımız davalarla ve yürüttüğümüz kampanyalarla tavrımızı en net şekilde ifade ettik.
COVID-19 salgını dolayısıyla toplumsal ve ekonomik alanda derin yıkımlar yaşadığımız, salgın nedeniyle 50.000'ne yakın yurttaşımızı yitirdiğimiz bu dönemde bile Ülkemiz yöneticileri ne yazıktır ki;
Ormanlarımıza, içinde yaşayan milyonlarca canlıya, havaya, suya, toprağa verilecek zararı değil, sadece ormanların altındaki madenleri, ormanlık alana yapacakları tesislerden elde edecekleri gelirleri görüyorlar ve Madra Dağları, Kaz Dağları, Munzur Dağları İkizdere Marmara Denizi Saros Körfezi Salda Gölü ve Kanal İstanbul ile dünya kenti İstanbul yok ediliyor.
Kıyılarımıza ve göllerimize baktıklarında, engin maviliklerin huzurunu hissedip bunu koruma sorumluluğunu duymuyorlar. Otel zincirlerine satılacak arazilerin parsellerini çıkarıyorlar. O yüzden sulak alanları, zeytinlikleri, sahil şeritlerini imara açıyorlar,
Derelerimize baktıklarında, içinde yaşayan canlıları, içinden geçtiği vadiyi değil, üzerine inşa edeceği HES'leri düşünüyorlar.
Tarihi eserlere ve kültürel varlıklara baktıklarında, dünya medeniyetlerinin, ecdadımızın bizlere bıraktığı mirasın sorumluluğunu duymuyorlar. Bu mirası ranta çevirmek için yok ediyorlar.
Meralarımızı, yaylalarımızı, ovalarımızı, tarım alanlarımızı, havzalarımızı, sit alanlarımızı, kentlerimizi, koruma altındaki alanlarımızı, kamunun elindeki iktisadi işletmeleri, toplumsal zenginliğimizin, doğanın ve tarihin bir parçası olarak değil, sermayenin bir parçası olarak görüyorlar.
Ancak bizler; herkesin sağlıklı beslenmesine yetecek gıdaya, ihtiyaç duyduğu temiz suya, soluyabileceği temiz havaya sahip olması gereğine inanmaktayız. Çevre mücadelemizde bilimsel bilgi birikimi ve deneyimlerimiz sayesinde gelecek kuşaklara temiz, sağlıklı ve yaşanabilir çevre bırakma yükümlülüğünün bilincinde olarak, bugüne kadar çevrenin ve doğal kaynaklarımızın korunmasında gösterdiğimiz kararlılığımızı sürdürmeye devam edeceğiz.
TMMOB Balıkesir İKK olarak 5 Haziran Dünya Çevre Günü'nde; nitelikli, sağlıklı ve güvenli yaşam alanlarının oluşturulması; yaşam değerlerimizin, tarihi, doğal ve kültürel çevremizin korunması amacıyla verdiğimiz mücadeleye devam etmekte kararlı olduğumuzu vurguluyoruz. Ülkemize, halkımıza, mesleğimize, doğaya, çevreye ve insanlığın geleceğine sahip çıkmaya devam edeceğiz. Sağlıklı ve Nitelikli Çevrede Yaşama Hakkı” Mücadelesini Sürdürmekte Kararlıyız.
5 Haziran Dünya Çevre Günü'nün bu dünyanın kimsenin özel mülkiyeti olmadığını anlama, çevremizin gelecek nesillerin bir emaneti olduğunu anımsama ve bu emanete sahip çıkma günü olması umuduyla;
Çevreyi anlayan ve koşulsuz koruyan anlayışın dünyada ve ülkemizde egemen olduğu güzel günlerde sağlıklı ve mutlu birlikte yaşama umudu ile 5 Haziran Dünya Çevre Gününü Kutlarız.'' (www.yenihabergazetesi.net)