Özgür düşüncesi nedeniyle hayatını yitiren bu üç kişi ülkedeki özgür düşünce savaşının ilk kayıpları değildir. Daha önceki tarihlere gidildikçe daha başka örnekler bulmak mümkündür. Hakkında bir çok yazılar yazılmış olan Simavna Kadısı Bedrettin (1360-1420) (Simavna Kadısıoğlu diye müştehir Abd-i Zaif Mahmut bin İsrail) bunların en ünlüsüdür. Kurdakul, “Bedreddin “hukuk” ve “dini” insanların tutsağı için araç haline getiren Fıkıhçıların Kal'a mazgallarına karşı özgürlük ve bağımsızlık bayrağını çekmişti, insanı vurulmuş olduğu prangalarından kurtarabilmek için” (Kurdakul; 1977, 233-234) diyor.
Bedrettin; “Her ne ki ararsan mutlaka insanda vardır lakin örtülüdür. Örtü kalktıkça Hak ehli için keşif yolu açılır. Kalplerde gizli tutulan yüreğimizin yağından ibaret bir fitilin, Hak mücadelesi ateşiyle erimesinden bende safi bir nur hasıl oldu. Bu nur nasıl hasıl olmasın ki, kalbimiz binlerce ışınakla çevrilmiş” ve O, “İnsan ruh ile bedenin birleşmesinde oluşur. Bunlardan her birinin gıdaya ve nimete ihtiyacı vardır. Bir kimse beslenmesi için yenilecek ve içilecek şeyler tedarikine çalıştığı gibi, ruhunun gıdasını da hazırlamak zorundadır. Hatta akıllı olan, ruhunun ihtiyaçlarını daha çok düşünür. Çünkü, herhangi bir kişi cesediyle değil, ruhu ile insandır. Ruhunun gıdasını tedarike çalışmayan adam yoksun kalır ve hatta hayatta iken ölmüşlerin arasında girer” diyor ve melekler ve cinler insanın kendisindedir, felsefesiyle insanlara insanlıklarını hatırlatmaya çalışıyordu.
Hayatının son yedi yılını İznik'de ayda “bin akçe” maaşla sürgün olarak geçiren Bedreddin ünlü eseri Varidat ve İznik'de sürgünde yazdığı Teshilîn yanında başka eserlerin de sahibidir. Sürgünden bıkar kaçar. Karaman'da yakalanır ve “Huruc-us Sultan suçlamasıyla yargılanır.
Kurdakul'a göre, zalimler, yardakçıları, Bedreddin'i Börclüce ile birlikre saltanata karşı isyan etmiş gibi göstererek 1413-1421 arasında saltanat sürmüş olan Çelebi I. Mehmet'e ihbar etmişler ve bu şekilde iktidarı Bedreddin üzerinden kazanarak onu kolayca ber-taraf etmek olanağını elde etmişlerdir. (Kurdakul; 1977, 235). Hiçbir Türk hukukçu'nun bulunmadığı bir heyette Bedreddin yargılanmış “kanı helal, malı haram” fetvasıyla Serez çarşısında 1420'de asılarak idamına karar verilmiştir.
Daha önceki yüzyıllara gidildiğinde, İslam düşüncesinde ilahiyatın aklın inceleme ve araştırmalarına bir temel olduğu şeklindeki, Vasıl İbn Atanın (699-748) başlattığı Mutezile görüşünün Abbasi halifesi Memun zamanında ağırlık kazandığı görülüyor. Onlar “Allah böyle dedi” sözünü öylece kabul edecek yerde bu cümledeki “Allah” öznesiyle “dedi” yükleminin açıklamasını istiyordu. Bu düşünce akımı özgün düşünceye doğru İslamda atılmış ilk adım olarak kabul edilir. (Adıvar; 1980, 76-77)
Sünniliği İslam'da birer mezhep haline getirmiş olan Ebu Hanife (699-767)'de Kuran'ın görünür anlamlarına önem verir ve mistikliği de bırakmaz fakat aklı öne çıkarır. Çoğunluğun Sünni olduğu Türkiye'de ise Türkiye'nin Ortaçağlaşma sürecinde akıl öne çıkarılacağına, geride kalır.
Müslüman tip bilginlerinin bir dereceye kadar ilahiyatın etkisinden çıktığı görülüyor. Granadal İnd-ül Hatib (1313-1374) “bir ilke olarak kabul edilmelidir ki söylenmiş sözlerden (ayetlerden ve hadislerden) çıkarılan komutlar eğer duyumlarımızla meydana gelen algılarımızın bize verdiği kanıtlarla çelişirse o sözler o kanıtlar kesinlikle değişmelidir” diyor. (DEVAMI VAR)