İslam mecmuasındaki bir yazısında Şemsettin Günaltay, kendisine büyük saygı duyulan ve İslamlığı peygamberin zamanındaki İslamlığa dönüştürmek isteyen Şeyh Cemaleddin'i Efgani'nin İslam dünyasını gezerek, çöküntünün nedenini belirtir ve onun şu sözlerini ekler “ Müslümanlar İslamlığı kaybetmiş ve din adına hurafelerin esiri olmuştur.” (İslam Mecmuası cilt I 110-111)
Türk yurdunda yazan Ahmet Ağaoğlu aynı konuda şöyle demektedir. “Akvam-ı İslamiyetin bu kadar bela ve musibetlere giriftar olmasında, ahkam-ı şer'iyenin inhirafa uğraması vardır ve bunun sonucu olarak ahlâk bozukluğu en büyük etkendir” (Adıvar; 1980, 390)
Yakın zamanlarda da Türkiye'nin ilk felsefecilerinden Cemil Sena Hz. Muhammed'in Felsefesi adlı kitabında (Sena; 1979, 549-551) bu konuda şöyle demektedir: “Müslümanları gerilikte sebat ettiren, dinleri değil, bilgisiz ve yobaz ruhlu din adamlarıdır. Bunlar, halkın dinlerini kendi dilleriyle okuyup öğretmelerinden ürkerler ve kendi çıkarlarına aykırı görürler. Kur'an'ın Türkçeye çevrilmesini istemeyenlerin çoğu, bu hazinenin anahtarını kendi tekellerinde tutmak isteyenlerdir ve bunu da dine hizmet saymaktadırlar. Araplar ve Hristiyanlar için böyle bir sorun yoktur. Denilebilir ki bizden başka her ulus, kutsal kitaplarını kendi dilleriyle okumakta ve ibadetlerini kendi dilleriyle yapmaktadır. Luther'e gelinceye dek İncillerin başka dile çevrilmesi büyük günahlardandır. Bugün artık Tevrat'ın İbranicesini din uzmanı olan hahamlar bilir, öteki İncillerin Latinceleriyle Yunancalarını din enstitülerinde yetişen rahipler öğrenir; halk ise bunları değil, kendi dillerine çevrilmiş olanları okur, onun için de asla dinlerini yitirmiş değildirler. Ne yazık ki müslümanlığın esaslarını ve Kur'an'la hadisleri, en bilimsel yöntemle Batılılar bizden daha iyi öğrenmiş ve dillerine çevirmiştir. “İslam Ansiklopedisi” incelenirse Müslümanlığı ilgilendiren önemli sorunları, en ince ayrıntıyla yazmış olanların, Batı din bilginleri olduğu görülür.
Kur'an'a ve sünnete göre Türkçe ibadet de olabileceğini kanıtlayan Prof. Yaşar Nuri Öztürk Anadilde İbadet Meselesi isimli kitabında aynı görüşü paylaştığı Tarihçi Cemal Kutay'dan şu satıları aktarıyor: (Öztürk; 2002, 30)
“Bu hareketin, Katolik baskısına karşı başkaldırılması olan Martin Luther'in reformist girişimiyle hiçbir ilgisi, benzerliği yoktur; O'nun eseri 1517'de 95 paragrafta toplanmış “Kiliseler arası kavganın, aynı dinin mensupları önüne çıkarılması” idi. İslam dininde reform, dinin kendi içindedir. Çünkü İslamiyet “tagayyür-i ezman ile tahavvül-i ahkam” yani “zamanın yeniden yapılanmasıyla, kuralların değişen zamana uymasını” kabul eder. Bu kural onun son din olmasının üç temelinden biridir.” (Kutay, Anadilde İbadet 474). Diğer kuralları Kutay dinde zorlama olmaması ve Müslümanlıkta ruhban sınıfı bulunmaması olarak göstermektedir.
Öztürk “bilinmeyen dilde ibadet Tanrı ve kul arasında iletişimi köreltmektedir. Bunun içindir ki; Arap olmayan kitlelerin İslam'a girişiyle birlikte din bilimleri ve dinsel düşünce alanında yaratıcı faaliyetler dumura uğramıştır… Biz şuna inanıyoruz: Arap olmayan kitleler, kendi dilleriyle ibadet hakkına başlangıçtan sahip olsalardı bugün İslam dünyasının bilim, düşünce ve uygarlık düzeyi çok yukarılarda olurdu. Çünkü yaratıcı hareketler hızlanarak yürürdü. (Öztürk; 2002, 44-45) Öztürk'ün görüşüne şu noktada eklenebilir: muhakkak ki bu yaratıcı hareketler yalnız düşünce ve uygarlık alanında kalmaz, iş hayatını da etkilerdi.