Arjantin'den hareket etme zamanı geldi, Rusya'ya, Odessa limanına gidiyoruz, Sovyet Rusya henüz dağılmamış, çok heyecanlıyım, o zamanlar tam bir demirperde ülkesi, şimdiki gibi turistik seferler yok, ancak görevli olanlar gidebiliyor ve anlatılan pek çok şehir efsanesinden tanıyabiliriyoruz yoldaşlarımızı, onların ülkesini.
Tam ta bu günler gibi nisan ayı sonuydu "vira bismillah" deyip Arjantin'den hareketimiz. (Gemiler demir atarken "Funda bismillah" , demir alırken de "vira bismillah" diyerek kalkar, gelenektir hiç değişmez, bayılırım bu sözcüklere)
Arjantin'den kalkışta gemiye geç kaldığım için sinirlenen Ahmet Kaptan'ın siniri hala geçmedi...
Bir limandan başka bir limana kalktığımız günü çok seviyorum, yeni kumanya gelmiştir gemiye, taze sebzeler, meyveler, o ülkenin bilmediğimiz yiyecekleri, değişik peynirler, limanda dışarıya çıkılmış, şehir gezilmiş, alışverişler yapılmıştır. Denizcilerin "koltuk altı kumanyası" dedikleri yiyecekler ve sevdiklerine götürülecek hediyeler de alınmıştır. O hediyeler ki; yol boyunca kamarada görünür bir yere konur, adeta eşlik eder, yakınlarının özlemini azaltmaya. Çocuğuna aldığı ayakkabılar, giysi ve oyuncaklar... zordur denizcinin işi...
Yol 25 gün sürecek, havalar güzel, gemide ahenk gayet iyi, benden başka yolcu olarak baş mühendisin eşi, biri 4, diğeri 1 yaşında iki çocuğu, Kanarya adalarında hediye edilen kanaryalar ve ikinci mühendisin eşi de var. Eşim ikinci kaptan o zaman, çok genciz, ikimiz de...
Deniz Nakliyat'ın "Urfa" gemisi, dökmeci diye tabir edilen gemilerden, yani dökme yük taşıyor, biz mısır yükledik Arjantin'den, Odessa'ya götürüyoruz. 24 günün sonunda İstanbul boğazına vardık, İstanbul'dan ayrılalı da 4 ay olmuştu, ne çok özlemişiz bu içinden deniz geçen muhteşem şehri, inanılmaz güzel geliyor insana, bir de böylesine özlemişken...
Gemi personeli çok mutlu Odessa'ya gideceğimiz için, zaten haber geldiğinde şapkaları havaya attılar neredeyse!
Boğaz geçişimizin ardından bir gün sonra Odessa'ya demirledik, sıra var, 15 gün açıkta demirde bekleyeceğiz, olsun, hava güzel, kumanyamız bol, ahengimiz güzel, planlar yapıyoruz limana yanaştığımızda gezeceğimiz yerleri belirliyoruz.
TV de gün 24 saat bale, opera ve klasik müzik dinliyoruz, başka da bir şey yok zaten tek kanal.
15 günün sonunda bir akşam geç vakit yanaşma talimatı geldi, yanaşmamız geceyarısını buldu, biz kadınlar da izliyoruz heyecanla, gümrük geldi, kontroller yapıldı, bizim dışarıya çıkmamız için "pas" larımız verildi ardından hepsi birbirinden güzel fıstık gibi sarışınlar gemiye doldular, "kontrolör" bunlar, gelen yükü kontrol edecekler, yol boyunca rutubet falan almış mı, bozulma olmuş mu diye.
Kadınlar önce kamaraya davet edildi, başmühendisin kamarasındayız hepimiz, kızlar nasıl güzeller, anlatılmaz, "çirkin kadın yoktur" sözü sanki bunlar için söylenmiş!
Bizimkiler nasıl mutlular anlatamam ve nasıl olmadıkları kadar kibarlar kadınlara karşı, bir izzet, bir ikram, sorma gitsin, tıpkı Sultanahmet'te turist yakalamış edasında, dostluk kurmaya çalışıyor, sorular soruyorlar kadınlara. Teknik okul mezunuymuş kadınlar, limanda görev yapıyorlar, birazdan ambarlara inip, ayakkabılarını çıkarıp mısır yükünün içine yürüyecekler, kontrol edip tahliye için izin verecekler.
Bizimkiler kontrol sonrası tekrar davet ettiler kadınları kamaraya, sohbet etmek istiyorlar, bizde uyku muyku hak getire, aman iyi ki de yanındayız eşlerimizin
Gemiden ayrılırken bizden iç çamaşırı istedi kadınlar, bunu duymuş ama inanmamıştım, doğruymuş.Yok çünki, yok yani öyle cicili, bicili hiç bir şey yok gerçekten!
Odessa çok güzel bir şehir, Ukrayna'nın kültür başkenti adeta, klasik müzik, bale ve operaya çok önem vermişler, Akedemik tiyatro binası çok görkemli ve şehrin en önemli simgelerinden biri.
Yemyeşil bir şehir ve tertemiz, temizlik işçileri genellikle kadın, ilk kez görüyoruz kadın temizlik işçilerini ve otobüs şöförlerini, şaşırıyoruz o zamanlar.
Fakat ülke yokluklar ülkesi hiç bir şey yok, her yerde kuyruklar, her şey için kuyruğa girmek zorundasın, Cola yok mesala ülkede, hamburger, paket yiyecekler abur cubur gibi şeyler yok. Merakımdan ben de bir kaç kez bu kuyruklara girip yiyecek aldım, mesala en çok kuyruk olunan şey, bizim kandil simidine benzeyen halkalardı, bir kağıdı külah yapıp içine dolduruyorlar, nerede bizim o kandil simidinin nefaseti, tatsız tuzsuz bir şeydi, yiyemedim, attım.
Dondurma satışı yeni yeni başlamış, yalnız sade dondurma var, çeşit yok, az şekerli beyaz dondurma fena değil.
Akşamüstüne doğru küçük arabalarla şıracılar dolaşıyor sokaklarda, sürahisini kapan geliyor ama yine uzuun kuyruklar, o kadar çok rağbet var ki, her kes şıra alıyor, isteyene bardakla da veriyorlar, çok merak ettik, biz de sıraya girdik, bardakla aldık, yabancı olduğumuz için herhalde ikram babında, uzattığınımız parayı almamalarını hiç unutmuyorum. Ama şırayı hiç sevmedim, içemedim.
Bir de, bir gün parkta otururken yoksul görünümlü yaşlı kadının, bizim başmühendise yaklaşarak, işaret diliyle ne kadar zayıfsın, diyerek filesindeki küçük ekmeklerden birini gülerek uzatmasını...
Yabancı görmeye pek alışık değiller, bize çok iyi davranıyorlar her yerde.
Bazı köylü kadınlar bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri meyvele satıyorlar, çilek satan yaşlı kadının çileklerinin yapay olduğunu sandım önce, o kadar kırmızıydıkar li, hepsini satın aldım, ve bir daha asla öyle lezzetli bir çilek yemedim.
Karaborsa yaygın, çoğu Türkçe de biliyor, doları karaborsada bozdurursan en az üç misli, fakat öyle bir el çabukluğu yapıyorlar ki, eline saydığı rublelerin bir kısmını nasıl geri aldıklarını hiç farkedemiyorsun.
Restoranlar çok ucuz, balık, kalamar, havyar, şampanya, bol, hemen her akşam hep birlikte yemeğe dışarıya gidiyoruz, bir zamanlar bizim Yenikapıda'ki tavernaya benzeyen yerler, bizi çok iyi ağırlıyorlar, müzik te var, "kalinka" çalıp oynuyorlar, hatta bizim Türk olduğumuzu öğrenince jest yaptılar ama Türk müziği diye çaldıkları Arapça bir şarkıydı
Hemen her gün dışarıdayız gezilecek çok yer var, gördüğüm en güzel liman şehri.
"Potemkin" merdivenleri muhteşem, merdivenlerin en başına çıktığınızda Odessa limanının eşsiz manzarasını seyre doyum olmuyor.
Parklar, Bahçeler, yeşillikler ve çiçekler muhteşem, insanları çok güzel, akşamları iş çıkışı çok kalabalık oluyor şehir ve de telaşlı, sebze, meyve çok pahalı, herkes alamıyor, genellikle balıkla besleniyorlar, balık haline gittim, çok çeşit balık var ama bizdeki gibi öyle taze balık değil, dondurulmuş ve kötü kokuyor, evine sebze götürebilenler şanslı, lahana çok kıymetli bir şey mesala, limon da öyle ama inanın hiç kimse evine çiçeksiz gitmiyor, herkesin elinde bir demet çiçek, bunu hiç unutmuyorum.
Pasta çok pahalı, pastaneye girip pastaları seyredip, fiyatlarını sorup dışarı çıkan çok insan gördüm.
Hiç bitmesin istiyoruz bu tahliye, herkes çok memnun hayatından, gemi personelinin çoğu edindikleri arkadaşlarının evinde kalıyor ama Ahmet Kaptan telaşlı, bir an önce gemiyi toparlayıp gitmek istiyor, her kes dağıldı biraz, buna gemi kaptanı da dahil
Buradan da sevdiklerime kartpostal alıp gönderdim, postaneye gittiğimde, görevli bana Nazım Hikmet resimli pulları verince gözyaşlarımı tutamadım, anı olarak da bir sürü pul aldım.
Tahliye uzun sürdü, biraz, bir ay kaldık Odessa'da ama sanırım bu bile yetmedi...