Sibel’i hatırladınız mı? Hani şu aç kaldığı için intihar eden ve yemek kartında bir Lira olan gencecik kızı.
Çok üzülmüştük…İçimiz titremişti…Kahrolmuştuk…kendimizi suçluyorduk…
Ne oldu? Ne çabuk unuttuk?
Vicdanımız mı kurudu?
Yok, hayır biz unutmadık, bize unutturdular. Her önemli olay gibi bunu da unutturdular.
Kim unutturdu?
Sistem!
Bu sistem açları çoğaltıyor.
Bu sistem insanlara iş sağlamıyor
Bu sistem gelir dağılımı dengesizliğini artırıyor.
Bu sistem büyük bir işsizler ordusu yaratarak emekçilerin direncini kırıyor.
İnsanları bencilleştiriyor.
Herkes kendisini kurtarma çabasına düşmüş, yanındakini bile görmüyor.
Görmezden geliyor!
Nasıl mı yapıyor?
Küresel sermayeye bağımlı medya beynimizi işgal etmiş; neyi isterse onu hatırlatarak yapıyor.
Duyarsızlığımızın, nemelazımcılığımızın, sorumsuzluğumuzun sebebi bu.
Yoksulluğu kader sananlar hâlâ çoğunlukta.
Bu sistemin adı ne?
Sistemin eski adı kapitalizmdi, yeni adı; sermayenin küreselleşmesiyle birlikte Neo liberalizm oldu.
Sistemi Adam Smith kurmuş.
Örgütün adı DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü.)
Genel merkezi İsviçre-Cenevre.
Finans merkezi Seattle-Washington.
Tamam anlaşıldı…
Peki, bu sistemin Alternatifi yok mu?
Tabi ki var. Alternatifi Planlı Karma Ekonomi. 1930-40 ve 1960-80 arası denendi.
Suçlunun alternatifini söyledik, adresini de verdik;
Ama suçlu sadece adrestekiler değil.
Bir suçlu daha var.
Sistemin kendilerini “Bir lokma bir hırkaya” mahkûm ettiğini bile bile her seçimde, sistemi ayakta tutanların temsilcilerini, oylarıyla meşru hale getirenlerin de suçu var.
Onların suçu Sibelleri görmemiş olmak değil; Sibel(ler)i canına kıyacak noktaya getiren sistemi desteklemek.
Bu sistem daha çok Sibeller götürür. Daha çok yüreğimiz yanar.
Artık sende kendine gel be kardeşim. Bu gün Sibel’in yaptığını yarın senin çok sevdiklerinden birisi de yapabilir.
Bırak şu Neo liberallerin peşinden gitmeyi…
Neo liberalizm; açlık, işsizlik, yoksulluk, sefalet, zulüm demektir…