XVIII. yüzyılda yoksulluğun, kişinin tembelliğinden, dürüst ve tutumlu olmayışından ve benzer olumsuz özelliklerinden kaynaklandığı sanılırdı. XIX yüzyılda da aynı düşünce egemendi. Yoksulluktan suçlu, kişinin kendisiydi. Ancak XX.yüzyılın başlarında sanayideki iniş çıkışlardan kaynaklanan işsizlik kabul edilir oldu. Bu durumdakilere yardım konusunda daha o günlerde bugün bile geçerli olan yeni yasal önlemler alındı (Stamp; 1979, 230-206).
Bir Fransız iş adamına ‘Fransız endüstrisine devlet nasıl yardımcı olabilir' diye sormuşlar. Onun yanıtı çok kısa, öz ve tereddütsüz ‘Laissez faire' (Kendine bırakın-müdahale etmeyin) olmuş. Bu düşünce şekli İngiltere'de hızla yayıldı.
Glasgow Üniversitesi'nde Profesör Adam Smith (1723-1790) 1776'da yayınladığı Ulusların Zenginliği (Wealth of Nations) adlı kitabıyla endüstriye en büyük yardım, onu kendi haline bırakmaktır görüşünü geliştirdi. Herkes, tehlikeli, ahlâksız ve devlete karşı olmamak koşuluyla, kendi çıkarının peşinde olmakta özgür bırakılmalıdır. Kendi işinde özelleşmeli, uzmanlaşmalıdır. Eğer endüstri kendi başına bırakılırsa arz ve talep, fiyatları belirleyecektir. Ücretler de doğru seviyede belirlenecektir. Çok fazla emekçi varsa ücretler düşecek, açlıktan ölümler olacak, işçi miktarı azalacak sonunda uygun ücret oluşacaktır (Smith; 1937, 131-143). Bu sistem ülkeler arasında da geçerlidir. Serbest ticaret yoluyla, her ülke kendi uzmanlık alanında üretim yapmalı, ürettiğini özgürce satmalı, diğer ülkenin uzmanlığı sonucu üretmiş olduğu malı özgürce satın almalıdır. Hükümetler ekonomiyi ve iş hayatını bilmezler. O nedenle bu faaliyete müdahale etmeleri işleri karıştırır, bozar, içinden çıkılmaz duruma getirir. İngiliz hükümeti bu görüşü benimsedi ve endüstri devrimi sürecinde ekonomik faaliyetlere karışmadı. Sanayiciler endüstriye hâkim durumda oldular. Bundan da memnundular. Güçlü, başarılı idi. Fakat yoksulun durumu ne olacaktı.
1798 yılında Cambridge Üniversitesi tarih Profesörü Thomas Malthus (1766-1834) nüfus, gıda üretiminden daha hızlı artıyor, bunun önüne geçilmeli diyordu. Çare hastalık, doğal felâketler, geç evlenme, çocuk yapmama idi. Nüfus ve gıda maddeleri dengeye ulaşıncaya kadar nüfus artışı önlenmeliydi. Kişisel çıkar yoksul ve fakir için provizyon ayırmıyordu. Günün politik ekonomi görüşü de böyle bir provizyon ayrılmasına karşı idi. Hatta Malthus'dan önceki bazı iktisatçılar işsizin, fakirin sokaklarda ölmesine, gerekiyorsa izin verilmelidir düşüncesinde idi (Smith; 1937, 143). Yoksulluk yasalarına (The Poor Laws) çok karşı olmasına rağmen, Malthus bu yasalar gereği yapılan yardımların genişliğini görünce, gerçekten yoksulluğun ne derece fazla olduğunu anladı ve bu yasaları yürürlükten kaldırma gücüne hiç kimsenin sahip olamayacağına inanmak zorunda kaldı.
Malthus zamanında geçerli gibi görülen insanların gıda maddelerinden daha hızlı arttığı düşüncesi, koşulların gelişmesiyle değişti. Başka ülkelere göçler ve zorlama ile sömürgelere insan nakli göreceli olarak nüfusu azalttı.
Tarımda yeni buluşlar, gıda maddeleri üretimini arttırdı. Diğer yandan gıda maddeleri ithalatıyla ucuz mal sağlandı. Hükümet, 1800'lerin sonlarına kadar Adam Smith'in ve Malthus'un görüşleriyle mutabıktı. Her şey kendi haline bırakılırsa piyasalarda bir denge sağlanıyordu.
Fakat nüfusun çoğunluğunu meydana getiren fakir işçi ve köylünün durumu ne olacaktı. Ülke dışından, Rusya, Kanada ve ABD'den bol ve ucuz demir madenleri kaynaklarından sağlanmış mamul ürünler, ucuz işçilik nedeniyle Japonya'dan ucuza gelen ürünler yüzyılın sonunda İngiltere'de sanayicileri ciddî sorunlarla karşılaştırdı.