AMERİKAN KAPİTALİZMİNİN BAŞLANGICI
1: İngiliz iş hayatını ve Amerikan kolonizasyonunu etkileyen Calvanist, Presbyterian, Methodist ve Quakerları da kapsayan Puritan ahlâkı ekonomide ve dinde karmaşıklığı değil kolay ve anlaşılabilirliği öğretiyordu. Bu dünyadaki maddî başarı Tanrının bir lütfudur, ebedi hayatın garantisidir. Kazanılan para lükse harcanmamalıdır. Kiliseye payı verildikten sonra artan kâr daha çok kazanmak için yeni işlere yatırılmalıdır. Kişisel birikim, sosyal yardım ve Tanrı'nın isteği (God's Will) aynı ve tekdir (Cochran; 1959, 10).
2: 1787'de Philadelphia'da kabul edilen Anayasa ile özel mülkiyet haklan garanti altına alınmış ve ticaret ve imalâtın gelişmesinin yolu açılmıştı. 1790'da Anayasaya İnsan Haklan (Bill of Rights) da eklenmişti. İş adamlarının yönetimindeki hükümetin başı büyük plantasyonların sahibi George Washington, hazine bakanı yine zengin bir aileden gelen Alexandar Hamilton idi. Hamilton uzun vadeli Amerikan ekonomik büyümesi için dört politikaya öncülük verdi:
Endüstriyi teşvik için korumacılık
Güçlü bir Merkez Bankası sistemi kurmak
Ingiliz Sermayesini ve yatırımını yeniden ülkeye çekmek.
Büyük ölçüde ülke içinde uzun vadeli kredi olanaklarını arttırmak (Cochran; 1959, 40-46).
Artık, Amerika Birleşik Devletlerinin önümüzdeki yıllarda şimdiye kadar görülmemiş büyümesini sağlayacak bütün koşullar hazırlanmıştı. Şimdi bütün bu faktörleri bir araya getirip çalıştırmak gerekiyordu; bu da girişimcilerin ve yöneticilerin hünerine, yeteneğine ve ehil işçinin varlığına bağlı idi.
Bu gelişmeyi yaratacak araç şirketlerdi. İş hayatının harekete geçirilmesi için gerekli sermaye ihtiyacı özellikle ulaşımda çok büyüktü. Amerikan halkı ise göreceli olarak fakirdi. Şirketler, bir çok yatırımcının küçük kaynaklarını harekete geçiren bir araç olarak doğdu. En güvenilir yatırım alanları su, yol ve bankacılıktı.
Fakat ne olursa olsun yine de hisse senedi almak bir anlamda kumar oynamak gibi bir şeydi. Devletin de özel şirketlerin hissesini satın alması mümkündü. Nitekim bu yolla devlet istediği şirketi destekleyebiliyordu. Bu nedenle şirket sahipliği gelişmenin ilk zamanlarında karma bir nitelik taşıdı.
Hisselerin serbestçe alınıp satılabilirliği ise hareket halindeki toplumun bu yoldaki ihtiyacını çok iyi karşılamaktaydı. Gerçi küçük hisse sahiplerinin şirket gidişini etkileme şansı yoktu. Ellerindeki hisselerini satma dışında memnuniyetsizliklerini belirtme olanakları bulunmuyordu. Hisse senedi alım satımı bu işin komisyoncusunu (broker) doğurdu. Bu da sonunda hisse senedi borsasını (Stock Exchange) yarattı. İlk borsa 1791'de Philadelphia'da ve 1794'de New York'da Wall Street'de açıldı. Hisse değerleri üzerinde yapay oynamalar ve satın alınan hisselerin teslim edilmemesi gibi olaylar bu ortamda güvensizlik yaratıyordu. Tam bir kontrol yoktu. New York ve New Haven demiryolları genel müdürü Robert Schuyler 1854'de 2 milyon dolarlık sahte senet satmış ve ertesi günü Avrupa'ya hareket etmişti. Sahtekârlık Schuyler'in kayboluşundan sonra ortaya çıktı.
Şirketlerdeki şirket sahipleri ile yönetimin ayrılması ve Schuyler olayındaki gibi, yönetimin kontrol edilememesi, bunun da kaynağında yatan şirket hakkında güvenilir bilgi edinilememesi, kötü yöneticilerin görevden alınmasının zorluğu ve özellikle yönetici ve şirket çıkarlarının çatışması şirketlere karşı güvensizliği giderek arttırıyordu. Özellikle yönetici ve şirket çıkar çatışması ahlâk dışı faaliyetlerin kaynağı idi. Bunların önlenmesi için yasalarda önemli değişiklikler yapıldı.