Her yer köşe yazarı(!) doldu.
Geçtiğimiz yıllarda yapılan bir araştırmada, yaygın medyada yazıları yayınlanan 750 dolayında köşe yazarı olduğundan söz edilmişti. Şimdi kaçtır, bilemem.
Köşe yazarı olmak yetmez. Önemli olan bu yazıların okunup okunmadığı. Daha açık bir deyişle yazarın, yazılarını okutup okutamadığı. Hele hele “okuma özürlü” bir toplumda.
Altmışlı, yetmişli yıllarda köşe yazarları bugünden çok farklıydı. Çünkü her köşe yazarının belirli bir dünya görüşü, kişiliği vardı. Üslupları birbirinden çok farklıydı. Örneğin Akşam Gazetesi denilince akla hemen “Taş” başlıklı köşe yazılarıyla Çetin Altan, Tercüman Gazetesi denilince Ahmet Kabaklı gelirdi. Cumhuriyet Gazetesi'nin Uğur Mumcu'su, İlhan Selçuk'u unutulur mu?
Zamanla köşe yazarlığı anlayışı çok değişti ve adeta “köşe kapmaca”ya dönüştü. Kapitalist düzenin “para, daha çok para” dayatması, köşe yazarlarının kanına da girdi. Bu insanlar için paranın vazgeçilmez büyüsü, birçok köşe yazarını “fırdöndü” yaptı. “Önemli olanın yazı yazmak değil, yazdığını okutmak” anlayışı yerle bir oldu. Yazar enflasyonu, köşe yazarlığını yıprattı.
Oysa yazarın, okuyanın ufkunu açması, tiryakilik yaratması, “aranan yazar” olması gerekir.
Değerli gazeteci Engin Köklüçınar, “Neler Gördük Biz” isimli kitabında şu anısını anlatmıştı:
“Çetin Altan ile bir toplantıda karşılaşmıştık. Bu büyük yazara, ‘Sizin her gün yazdığınız köşe yazılarınızı zevk ve heyecanla okuyorum. Her gece yattığımda, sabah çabuk olsun da yeni yazınızı okuyayım diye bekliyorum' deyince Çetin Bey çok mutlu olmuştu.”
Köklüçınar, aynı kitabında, köşe yazarlığı konusunda şu değerlendirmede bulunuyor:
“Aslında köşe yazarlığı için bir standart getirilmeli. Mesleğinde kendini kanıtlamış, sevilen ve sayılan ustalar önünde köşe yazarlığına talip olanlar sıraya girmeli ve kazananlara diplomaları verilmeli. Bir doktor, bir avukat, diploması olmadan görev yapabiliyor mu? Hatta ehliyet sınavını kazanmadan, otomobil kullanma suç değil mi?”