14 ve 21.11.2004 tarihli Hürriyet gazetesinde “Biz Türkler Kimleriz' isimli yazılarında Cüneyt Ülsever “Türk insan sermayesi ile Avrupa insan sermayesinin sahip olduğu normlar farklıdır. Biz tek-doğrulu düşünce haritasına sahibiz, onlar çok(lu)-doğrulu düşünce haritasına sahiptir. Bunun sonucu olarak da çok(lu) düşünce haritasının kaynağı olan verimlilik (productivity) ve etkinlik (efficiency) Türk insanında yeşermediği için Türk insanı çok(lu) doğruluğun düşünce haritası ışığında düşünemez.” diyor. AB yolunda taban tabana zıt bu iki farklı insan sermayesinin nasıl aynı şapkanın altına gireceklerini halen çözemediğini belirtiyor.
TÜRKİYE ÜZERİNE GÖZLEMLER
Diğer yandan hakkımızda güzel şeyleri söyleyenleri de çok seviyoruz. Bu güzel şeyler gerçek olmasa bile çok hoşumuza gidiyor, bunları duyduğumuzda rahatlıyoruz, söyleyeni seviyoruz, hatta göklere çıkarıyoruz. 2002 yılında ABD. Başkan Yardımcısı Cheney'in Türkiye'yi ziyareti sırasında ABD. ankara Büyükelçiliğince kendine verilen bilgi notunda, konuşmalarına “Turkey is a nice country”, “Turkey is a model country” gibi ifadeleri koyması önerilmiş (Ekşi;21.03.2002). Hele Türkiye'nin 21. yüzyılın en umut veren ülkelerinden biri olduğunu dünyada kahramanlık dersi verdiğini hele hele, Kosova'dan Moğolistan'a kadar olan coğrafyanın vazgeçilmez yeni yapıcısı olduğu söylenirse, söyleyene Fahrî Doktora ünvanı bile verebiliyoruz. Bu davranış biçimimiz aşağılık duygusu içinde olmamızdan mı kaynaklanıyor? Öyle ise bizi aşağılık duygusuna iten nedir?
Yukarıda belirtilen özellikler bir Batı ülkesindeki bireyin ve yöneticinin özelliklerinin aşağı-yukarı taban tabana zıt özelliklerdir. O zaman geri kalmışlık, Batılılaşamamak, modernleşememek, uygarlaşamamak, endüstrileşememek acaba bu özelliklere sahip olmamaktan mı kaynaklanıyor? Yoksa geri kalmış olmaktan dolayı mı bizim bu özelliklerimiz öne çıkıyor?
Batının akılcı ve analitik düşünen, hoşgörülü, yeniliğe açık, genel kültür seviyesi yüksek, atılgan, girişimci, paylaşımcı, toplumsal sorumluluklarını bilen sorgulayıcı, bireyci kişileriyle bizim aksi özellikler taşıyan bireylerimiz arasında görünmez bir çatışma mı var? Özellikle Türkiye'nin Avrupa Birliğine girmesi durumunda bu kişilik farkları acaba kimin lehine çalışır? Acaba yukarıdaki özellikler mi bir endüstri devrimi gerçekleştiremememize neden olmuştur?
Modernleşmek muhakkak Batılılaşmak mı demek? Japonya, Tayvan, Güney Kore kendi kültürlerinden vazgeçmeden modernleşebildiğine ya da ekonomik kalkınma sağladığına göre biz de Batılılaşmadan kalkınabilir miyiz? Diğer yandan kendi kültürünü koruyarak kalkınmasını gerçekleştiren bu üç ülkede de Hıristiyanlık endüstrileşme öncesi duruma göre yaygınlaşmıştır. Acaba ekonomik kalkınmanın temelinde Hıristiyan düşünce mi egemen? Eğer öyle ise Batılılaşmak hedefi Türkiye'yi Hıristiyanlaştırılmak tehdidi altında mı sokmaktadır? Demokratik bir ortamda, bu tehdide karşı kalkınma süreci içinde bir ülke kendi din ve kültürünü nasıl koruyabilir? Koruyabilir mi? Koruyabilmesi için eğitim sistemi nasıl olmalıdır?