Türkiye'nin derin bir ekonomik kriz-çöküş yaşadığını ekonomik veriler ortaya koyuyor, gelişmekte olan ülkeler arasında en kötü olarak gösteriliyor, Türkiye G20 ülkeleri sıralaması dışında kalıyor. Birçok ülke faiz artırımına giderken ‘faiz sebep enflasyon sonuç' teorisi gereği piyasaların beklentisinin aksine 200 baz puan faiz indirimi kararından sonra önüne geçilemeyen kur artışı daha doğrusu Türk Lirasının değer kaybı rekor kırmaya devam ediyor. Buna paralel olarak her gün artan akaryakıt, elektrik, doğalgaz fiyatları, 90'lı kriz yıllarını aratır fiyat artışları, temel tüketim ürünlerini ulaşılmaz hale getiriyor.
Yaşanan bu sürecin adı iktisat literatüründe ve dünyanın her yerinde ekonomik krizdir…
Yaşanan tüm bu sıkıntıları yönetim dışı harici sebeplere bağlayanlar hemen buradan başarı senaryoları hazırlıyor. Neymiş; sanki yıllarca kuru baskılayarak ‘düşük kur yüksek faiz' politikasını uygulayan onlar değilmiş gibi! Enflasyondan daha düşük faiz kuramı gereği, yükselen kur sonucu ‘ithalat düşecek, ihracat yükselecek (üretim ithalata dayalı değilmiş gibi), cari açık düşecek, oluşacak döviz bolluğu sonucu kur düşüşü! cari fazlaya dönüşecek' teorisi öne sürülüyor. Kısmen doğru olsa da mevcut şartlarda böyle bir sonucun ortaya çıkması mümkün gözükmemektedir. Alınan bu rasyonaliteden uzak kararların sonucu ucuz işgücü merkezi olarak gösterilen Çin'den bile daha düşük hale gelen asgari ücret sonucu Türkiye ‘ucuz işgücü, ucuz emek' ülkesi olur. Bir zamanlar ‘'Türkiye'nin en önemli ihraç ürünü askeri gücü diyenler bundan sonra ‘ucuz işgücü, ucuz emek' ülkesi'' der.
Nasıl ki bugüne kadar ortaya çıkan sorunların sorumlusu yönetenler değilse; yaşanan derin ekonomik krizin-çöküşün sorumlusu da yönetenler değil elbette. Ya dış güçler, ya da muhalefet…
DİPLOMATİK KRİZDEN SİYASİ BAŞARIYA
Aralarında ABD'nin de olduğu Almanya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelenda'nın Ankara Büyükelçileri 18 Ekim'de ortak bir açıklama yayınlayarak dört yıldır hapiste olan işadamı Osman Kavala'nın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları doğrultusunda ‘serbest bırakılmasını' istediler. Büyükelçiler dışişlerine çağrılarak uyarıldı. 21 Ekim'de, ‘'bunları ülkemizde ağırlamak gibi bir lüksümüz olamaz'' diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan 23 Ekim'de dışişleri bakanına büyükelçilerin ‘istenmeyen kişi' ilan edilmesi için talimat verdim açıklaması geldi.
Hatlar oldukça gerildi, ya bu karar uygulanırsa, bildiri sahibi ülkeler mütekabiliyet ilkesinin gereğini yaparsa tam bir felaket tablosu demekti.
Sağduyu hakim oldu, diplomasi gereğini yaptı, karşılıklı açıklamalarla sükunet sağlandı!
ABD Büyükelçiliği, resmi Twitter hesabından ‘'ABD, 18 Ekim tarihli açıklamaya ilişkin bazı soruların yöneltilmesi vesilesiyle, Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesi'nin 41'nci maddesine riayet etmeyi taahhüt eder' açılaması yayınladı. Büyükelçilerden dördü Twitter üzerinden Viyana Sözleşmesi'nin 41'nci maddesine atıf yaptı, diğer altısı da bu tweet'i retweet etti. Paylaşımlar Erdoğan tarafından ‘olumlu' karşılandığı bildirilerek; kabine toplantısı sonrası konuşan cumhurbaşkanı, ‘'Büyükelçilerin daha dikkatli olacağına inanıyoruz'' dedi. Bir büyükelçinin görev yaptığı ülkenin kanunlarına saygı göstermesi ve söz konusu ülkenin içişlerine karışmamasını öngören 41'nci maddeye atıf yapılması, kamuoyunda ‘Kavala çağrısı'ndan ‘geri adım' olarak yorumlanmaktadır.
ABD Dışişleri Sözcüsü Ned Price, ortak metinin zaten Viyana Sözleşmesi'nin 41'nci maddesine uygun olduğunu belirterek ‘'açıklama bunun altını çizmek içindi'' diyor. Yani açıklama yapılırken de 41'nci maddeye uygun olarak yapılmıştır demeye getiriyor.
Aslına bakılacak olursa 10 ülkenin tavrında bir değişiklik yok.
NY Times, ‘'Erdoğan geri adım attı'' başlıklı haberinde, Türkiye ekonomisini ve NATO ilişkilerinin ciddi bir şekilde riske atıldığı belirtilerek, ‘'Erdoğan person non grata çıkışı konusunda geri adım atarak olası bir diplomatik fırtınayı önlemiş oldu'' ifadeleri yer aldı.
Her ülke kendi kamuoylarına ‘'durduğumuz yerde duruyoruz'' deme hakkını korurken, iktidar ise ‘'geri adım attılar diyerek buradan da onurlu dönüş yapma, yeni bir ‘One Münute' fırsatı çıkarmak isteyebilir.
Bu ve benzeri ortak bildiriler yayınlamak kolay değildir. Böyle durumlarda üç kişiyi bile bir araya getirmek oldukça zordur. Esas bakılması gereken olay bu on ülkenin bir araya gelerek ortak hareket etme motivasyonun arkasında neyin olduğudur.
Krizleri fırsata çeviren AKP, en kısa zamanda yapılacak seçimlerde ‘pandemiye, dış güçlerin kur üzerinden ekonomimize yaptığı saldırılara rağmen büyüme (hormonlu) rekorları kırdık' diyeceği gibi…
Malum dış güçlerin içişlerimize, yargımıza yönelik ortak bildiri yayınlayan ülkelere hadlerini bildirdik, hepsine geri adım attırdık söylemleriyle seçim kampanyaları yürütürse şaşırılmamalı.
Bütün bu yaşananlardan sonra haksızlığa son veren karar sonucu Kavala serbest bırakılırsa ‘ne yapalım, bağımsız yargı kararının sonucu' denir yargının bağımsızlığına halel gelmemiş olur.
Trump'ın ‘'ekonominizi mahvederim'' tehdidine rağmen Rahip Brunson kararında olduğu gibi…