1590 yılında, İmparatorun elçisi Busbecq şu gözlemi yapıyordu” yabancıların yararlı buluşlarından faydalanmakta Türkler kadar büyük yeteneklilik gösteren dünyada hiçbir ulus yoktur. Colomb'un Amerika'daki keşifleri, Osmanlıların büyük haritacılarından ilki olan Pirî Reis'in 1513'de yapmış olduğu dünya haritasında bulunmaktadır.” (Veinstein; 2002, 10)
Türklerin konukseverliği Batı'dan XIV. yüzyılın sonlarında kovulan Yahudilere Osmanlı ülkesine çekmekle kalmıyor. İsveç Kralı Demirbaş Şarl 8 Temmuz 1709'da Poltava Savaşında yenilince beraberinde 1500 kişilik birliğiyle III. Ahmet (1673-1730) zamanında Osmanlı İmparatorluğuna sığınıyor ve uzun bir süre konuk ediliyor. Polonya Prensi Czartoryski (1770-1861) Rus ordularının 1832'de Polonya'da yeniden egemen olmaları üzerine İstanbul'a kaçıyor. İstanbul Beykoz'daki Polonezköy'ün kurulmasının sağlıyor. 1848-1849' da bağımsız Macaristan'ı ilan eden ulusçuları Avusturya'nın Rusya'dan istediği 200.000 kişilik Rus yardımı karşısında direnemiyor ve er, subay, komutan ,yönetici, topluca Tuna'yı geçip Osmanlı İmparatorluğuna sığınıyor ve Osmanlı Devleti bütün ısrarlara rağmen bu göçmenleri iade etmiyor. Aynı şekilde Macarlar yanında Polonyalı göçmenler de iade edilmiyor ve bu durum Osmanlılar lehine Fransa ve İngiltere'de önemli yankılar uyandırıyor(Ceyhun;1993 219-220).
1917 devriminden kaçan Rus'lara kapılarını açan Türkiye 150 bin-200 bin arasında göçmene ev sahipliği yapıyor, onların hayatını kurtarıyor (Ceyhun; 1990, 12).
1917 Sovyet devriminin iki büyük lideri Lenin ve Troçki'dir. 1924'de Lenin'in ölümünden sonra iktidara gelen Stalin, Troçki'yi 1929'da sınır dışı edince Troçki Türkiye'ye gelmiş, 1933'e kadar İstanbul Büyükada'da yaşamıştır.
Daha önce belirtildiği gibi, 1933'ten sonra Hitler'den kaçıp İstanbul'a sığınan yüzlerce Alman ve Alman Yahudi bilim adamı Türk hükümetince yüksek ücretle çalıştırılmış ve modern Türk Üniversitelerinin kurulmasında çok yararlı hizmetlerde bulunmuşlardır.
Türk olmanın bu konuksever yanı hızla gelişen turizm endüstrisinde yaşanan bir çok olayda da kendini göstermektedir. Türkiye'ye gelen bir çok turist Türk sevecenliğinden ve konukseverliğinden övgü ile söz etmektedir.
Stephen Keizer Kore harbinde bulunmuş bir Amerika'lının Türk'ler hakkındaki bir gözlemini şöyle anlatıyor: (Kinzer; 2001, 157-158)
‘…ne zaman gerçekten zor ve tehlikeli bir görev varsa Türk'leri çağırırdınız. Ne kadar soğuk olursa olsun havada ne kadar çok mermi uçarsa uçsun, onlar göreve çekinmeden giderlerdi.'
Mümtaz Soysal'a göre ‘Türk olmak hem zordur, hem de kolaydır.' Gerçekten de iki coğrafya, iki dünya, iki kültür arasında bocalayan Türkiye'de Türk olmanın iki yolu vardır. Biri kolay yol: Kültürlerden birini seçer ve olanca yobazlıkla ona sarılırsınız. Ya da aynı kolaylıkla her şey oluruna bırakır, bu şaşkınlık keşmekeşinin yüzyıllık bekleyişler sonucunda kendiliğinden bir senteze ulaşacağını umarsınız. Zor yol, bu ikiliğin iki yanını da bilmek, öğrenmeğe çalışmak ve kendi yaratıcılığınızı bu iki temele dayandırmaktır. Dolayısıyla, başka bir çok alanda olduğu gibi, sanatta ve örneğin müzikte evrensel değer taşıyıcı sentezlere varmak isteyen Türk, başka yerlerdeki insanlara göre iki misli bilgili iki misli çalışkan olmak zorundadır.' (Milliyet gazetesi 9.2.1985) (Ceyhun; 1990, 194-195). Yalnız Türk müzisyen değil Türk bilim adamı da, Türk emekçisi de, Türk iş adamı da iki misli çalışkan olmak zorundadır. Özellikle küresel bir ortamda rekabet edecek ve başarılı olmak isteyecekse karakterinin iyi ve kötü yanlarıyla Türk kişiliği ve bunun içinden çıkmış olan Türk iş adamı, bugünün ve özellikle yarının müthiş rekabetçi hızla değişen iş dünyasına ilişkin ahlâk sorunlarını nasıl algılayabilecek ve bu sorunlara karşı nasıl bir önlem alarak onları yanıtlayabilecektir? Karşılaşılan ya da karşılaşılacak sorunların içerikleri ve nitelikleri nelerdir? Bunların tartışmasından önce bu bölümün bundan sonraki kısmında bir Türk iş adamının portresi çizilmeye çalışılacaktır.