TÜRK OLMANIN ZORLUĞU
Aslında Türk olmak, karakter özelliklerimiz ne olursa olsun o kadar da kolay bir iş değil. Aşağıda anlatılan yarı-şaka fakat düşündürücü iki olay bu gerçeğe işaret ediyor.
Fakat hiç cevap verilmez. 1943'de sözleşme yeniden 5 yıl uzatılması gerekirken Türk vatandaşı olacağı ancak Türk hocalar gibi aylık alacağı ve sözleşme yapılmayacağı söylenir. Hirsch 41 yaşında, 1943'de Türk vatandaşı olarak askerliğe çağrılır. Geçinmek için Hirsch avukatlık yapmak zorunda kalır, fakat avukat olabilmek için eski öğrencilerinin olduğu kurullarda sınavlar vermek zorunda bırakılır. Ankara Hukuk Fakültesi açılacağı zaman oraya geçer ve ancak Türk profesörün maaşı 80 liranın üçte ikisi olan bir aylık almaya başlar. Nihayet öğrencisi zamanın Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'nun duruma el koyması ve Maliye Bakanı Sedat Ağralı'ya emir vermesiyle, başbakanlık örtülü ödeneğinden normal eski ücreti verilebilir.
Zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel hiç beklemediği bir anda, bir başka Alman profesörünü sabahın erken saatinde kapısında görünce inanamaz: ‘Hayır ola Hocam?' der şaşkın şaşkın. ‘Sabah sabah. Hayırdır inşallah?' ‘Aman sayın başkanım' der profesör öfkeli öfkeli; ‘Beni hoş görün, sizi sabah sabah rahatsız ettiğim için. Bu nasıl iştir, anlayamadım. Şimdiye kadar üniversiteden 600 lira maaş alıyordum. Şimdi Türk vatandaşı diye, maaşımı bu ay dörtte birine düşürdüler. Bu nasıl iş? Türk vatandaşı oldum diye cezalandırılıyor muyum yoksa?' Bakanın cevabı ‘Sen Türk olmayı kolay bir şey mi sanıyorsun hocam' olur ve durumun düzeltilmesi için uğraşılır.
Türkleri coşkuyla sevenler de var. Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanmış ‘Türkiye'ye Aşk Mektupları' adlı kitabında İtalyan Ord. Prof. Anna Masala, Hasan Pulur'un belirttiği gibi şunları yazmaktadır. (Pulur;25.03.2002)
Anılarının sonunda ‘Bizi unutma!' diyen Türklere ‘Sizi nasıl unutabilirim?' der: “Büyük İstanbul efendileri, Hz. Mevlana'nın son akrabaları, bana yeşil bir yaprak hediye eden yaşlı Kadiri şeyhi, Eskişehir Lisesi'ndeki Tatar kızları, Anadolu'da bir otobüste uyurken üzerimi kürküyle örten hanım, Konya'da ‘Pasaportumuz İtalyan olsa da Türk olduğunuzu biliyorum' diyen polis memuru, ‘Anna Masala hem bizimdir hem de bizdedir' diyen yazar Masala'nın Şöyle devam ettiğini belirtir: ‘Beş bin yılı…) söylemeyi öğreten genç mehter, her bayramda bana tebrik kartı gönderen milletvekili, meşhur bir paşa ile bilinmeyen Mehmetçik, Süleymaniye Kütüphanesiyle Ayasofya Müzesinin müdürleri, Kapalıçarşı'da beni akrabası sayan kuyumcu, üniversite rektörüyle ilkokul öğretmeni, saçlarımı okşayan nine, benim için kırmızı beyaz kalb şeklinde bir yastık işleyen genç gelin, havaalanında ‘yine gel' diyen Kıbrıslılar, ‘Bizde kal diyen İstanbullular….”
Anna Masala romantik bir hava içinde anılarını şöyle noktalar: “Bugün tek bir arzum var; memleketimizin, Avrupa'nın ve bütün dünya insanlarının, Türkleri benim sevdiğim gibi sevmeleri…”
Tarihin biraz gerilerine gidildiğinde Türkler hakkında başka olumlu görüşler taşıyanların olduğu da gözlemlenecektir.
“… (Türklerin) hoşgörü anlayışı batıda işkence gören insanları, özellikle İspanya'dan, Portekiz'den ve Almanya'dan kovulan Yahudileri Osmanlı İmparatorluğuna dahi çekmiştir. Bunlar XV. yüzyılın sonlarında, özellikle İstanbul ve Selânik'e bilgi ve tekniklerini getirmek, suretiyle ülkede yayılmışlardır” (Veinstein; 2002, 8-9). Göç eden Yahudi nüfusunun 900.000 kişi civarında olduğu belirtilmektedir (Ceyhun; 1993, 224).