Önüne geçilemeyen ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın geçilemeyecek olan, yüzyılın bir başka akımı küreselleşme(Globalization) giderek artacak ülkelerin ona katılması bir zorlama ile değil gönüllü olarak gerçekleşecektir. Eğer bir ülke dünya ekonomisinden uzak kalmak istemiyorsa küreselleşme yoluyla dünya ile bütünleşebilecektir. Ulus devletler değil, bir devletten hatta birkaç devletten daha büyük uluslararası şirketler piyasalardaki ürünlerin ne olacağına, fiyatına, kalitesine, nerelere yatırım yapılabileceğine karar verecektir. Ulus devletlerin hatta ABD ve Avrupa Birleşik Devletleri'nin bunları durdurma gücü olamayacak, ancak bu firmaların tekelleşmeleri olabilirse önlenmeye çalışılacak ve hukuk kuralları içinde iş yapmaları sağlanacaktır.
Avrupa Birliği'nin kendi ordusunun kurulması, kendi dış politikasını oluşturması ve bu işleri kendi Dış İşleri Bakanı ile yürütmesi nedeniyle üye ulus devletlerin dış politikaları ancak bu çerçeve içinde belirlenebilecektir. Bunun doğal bir sonucu olarak da Türk dış politikası bağımsız değil, Avrupa Birliği politikası paralelinde yürümek zorunda kalacaktır. Avrupa Birliği kendi silahlı kuvvetlerine sahip olduğundan üye devlet silah kuvvetleri merkeze bağlı olacak, bu da onun bütünün içindeki miktar ve önemini azaltacaktır. Nato, ABD'nin üyeliği nedeniyle devam edecek, fakat Avrupa ordusu lehine önemi azalacaktır. Avrupa Birliği sınırları doğuda artık Rusya, Azerbaycan, Gürcistan, İran, Irak ve Suriye'dir.
Tekelleşme ne kadar önlenmek ve denetlenmek istense de, Türkiye piyasalarına uluslararası firmaların girmesi bir çok alanda tekelleşmeyi hızlandıracaktır. Günümüzün büyük holding şirketleri belki bağımsızlıklarını koruyabilecek, fakat sahibi bulundukları şirketlerin bazılarına yabancı ortak almazsa, alamazsa bazı firmalarını satmak zorunda kalacaklardır. Tekelleşme bu yolda kendini yoğunlaştıracaktır. Orta büyüklükteki şirketlerin yaşayabilmesi, pazarda yerini kârlı bir şekilde koruyabilmesi ancak firmanın yaratıcı yanına bağlı olarak, ürün geliştirmesine, ürününü çok iyi pazarlanmasına ve güçlü malî yapıya sahip olmasına bağlı olacaktır. Özellikle de ürünlerini yurtdışına satabilmesi firmanın yaşayabilmesinde önemli rol oynayacaktır. Gelişen sermaye piyasalarından yeni sermaye bulabilme olanağı artacaktır. Orta ve küçük ölçekli firmalar özel nitelikli bir ürün üretiyor, özel bir hizmet verebiliyor ve bunları ucuza yapabiliyorsa yaşayabilecektir. Küçük esnafın yaşama şansı giderek azalacak, küçük köylü ve küçük esnaf belki bu gelişmelerin en şanssızı olacak, onlar büyük bir olasılıkla sanayi işçisine dönüşecektir. Gençler için kolay olan bu dönüşüm, 35-40 yaş üstündekiler için zorluklar yaratacaktır. Fakat AB fonlarıyla onların yeniden eğitimine ve meslek edinmesine çalışılacaktır.
Tarım arazilerinde ekonomik olarak tarım yapılabilmesi için tarım politikası ‘köylüye toprak'dan ‘toprakların birleştirilerek büyütülmesi' şekline dönüşecektir, çünkü; ancak belli ‘optimum' büyüklükteki arazide çiftçilik yapılabilirse işletme batıdaki gibi kârlı olabilecektir, yoksa giderek artan maliyetler çiftçinin hayatını daha da zorlaştıracaktır. Üniversite öğreniminin iyi bir üniversitede yapılması, İngilizce'nin yanı sıra başka yabancı dillerin de bilinmesi gerekli olacak, yeni iş olanaklarından yararlanmak, iş bulmak zorlaşacak, işe girmede iyi bir eğitim, yabancı dil ve deneyim hatır ve gönülün yerini alacaktır.
Daha önce tanımı yapılan Türk iş adamı işte bu ortamda mevcut işlerini yürütmek, yeni işler kurmak ve onları büyütmekle uğraşacaktır. Ortam iş adamı olarak dünyaya gözlerini açtığı ortamdan çok farklıdır.
O iş anlayışını, iş yapma felsefesini, iş yöntemlerini toptan ve hızla değiştirmek, yeni ortama uydurmak zorundadır. Bu arada çok hızlı bir şekilde kendini de eğitmek, bu değişiklikleri yapabilmesi için gerekli güveni edindiği yeni bilgilerle ve deneyimlerle kazanmak zorundadır. Onun için fırsatlarla dolu bir çağ başlamaktadır. Artık onun mallarının piyasası Türkiye'de bir bölge, ya da Türkiye değil 450 milyon nüfusa sahip Avrupa'dır. Ve başarılı olmak için Roma'da nasıl Romalı olunuyor ise Avrupa'da da Avrupalı gibi olmak zorundadır. Bu, onun Avrupa kültürü ile haşır neşir olmasını gerektirecektir. En başta yemek yerken Avrupalı gibi çatal-bıçağını kullanmasını öğrenecek, yerde oturup yemek yemeyecek, höpürdeterek çay içmeyecek, sokakta yere tükürmeyecek, her gün traş olacak, ayakkabısını boyayacak, ütülü pantolonla gezecek, ter kokuları içinde dolaşmayacak ve her gün duş yapacak ve dişini fırçalayacaktır. Büyük olasılıkla bıyıklarını kesecektir. Toplantılara saatinde gidecek, hazırlıklı olacak boş laf etmeyecektir. Bu arada kendininki kadar Avrupa resim, heykel, müzik ve edebiyatından biraz anlayacaktır. Futbol kadar diğer sporlarla da ilgilenecektir. En önemlisi bu iş adamı yurt dışında zaman zaman İslâm dini ve Türkler hakkında kendisine yöneltilen soruları akıllıca ve bilgilice yanıtlamasını bilecektir. Bu konularda kendisine sorulan sorulara kızmayacak, soğuk kanlı olacak, bilgisiyle karşısındakine tatmin edici yanıtlar verebilecektir.
Bir çok eski alışkanlıklarından vazgeçecek; vadeli çek yazmayacak, verdiği çek ve senedi gününde ödeyecek, bunların gününde ödenmesi gerektiği için imzalandığını, iyi ve uzun dönemli iş ilişkilerinin, dürüst ve namuslu davranmaya ve verdiği sözünü tutmayı gerektirdiğini, bunun da ticarî ilişkilerde en büyük sermaye olduğunu bilecektir.
Türk iş adamı bu değişimi ne kadar hızlı yapabilirse, bunu ne kadar çabuk başarabilirse ülkenin kalkınması da o kadar hızlı olacaktır. Batılı mantığında bir iş adamının yetişmesi ve yetiştirilmesi ülkede en öncelikli konulardan biridir. Yukarıda tanımlanan ortamda, özellikleri belirtilen iş adamı bir çok yeni iş ahlâkı sorunları ile karşılaşacaktır. Bu sorunlar sonraki bölümün konusudur.
İş adamı aynı zamanda bir liderdir. Fakat artık o farklı bir lider olmak zorundadır, o, günümüz dünyasının gelenekçi lideri değil yeni iş ortamının dönüşümcü lideri olmak zorundadır. Dönüşümcü lider performans sınırlarını zorlayan astlarının zihin kapasitelerini ve ufuklarını genişleterek daha yaratıcı, yapıcı ve sorun çözücü olmalarını sağlayandır. Vizyonunu organizasyonun bütün katmanlarına demokratik yollarda özümletebilen ve onları yönlendirebilen kişidir. (KAYA: 2005:34,34)
KAMUOYUNUN ESENLİĞİ YÜCE YASADIR. SALUS PUBLICA SUPREMA LEX