Öğrenciler,
Size öykülerimden birini daha tatil armağanı olarak sayfamda sergiliyorum. Siz de öyküler yazmaya başlayın. Yazdıkça yazma gücünüz artacaktır. Sevgiler.
Sibel gözlerini açtı. Pencereden görünen ağacın erikleri kızarmıştı. Güneş dalların arasından bin bir ışıkla odasına dolmuştu. Serçeler erik dallarına konup kalkıyordu.
“ Bu serçelerde erik yemeğe doymuyor benim gibi” diye içinden geçirdi.
“Günaydın güneş… Günaydın serçeler… Günaydın erik ağacı…”
Sibel tişörtünü, pantolonunu giydi. Yüzünü yıkadı. Saçlarını ensesinde topladı. “Okul açılınca Ülkü'nün saçları kadar uzar saçlarım” diye düşündü. Sonra güldü “Sanki bu yaz tatilinde, Ülkü'nün saçları hiç uzamayacak mı?” Yine güldü. Sınıfın uzun saçlı kızlarından olmak çok güzel olurdu. “Nasıl olsa boyum uzamıyor!”
Bahçeye çıktı. Babası balık takımlarını, sepeti, çantayı bisikletine yerleştiriyordu. Başını kaldırıp kızına gülümsedi.
“Günaydın Sibel. Hazır mısın kızım?”
“Günaydın baba. Hazırlanıyorum. Ayakkabılarımı bağlayınca hazır olacağım.”
Ayakkabılarına baktı. Burunları açılmıştı. Parmakları görünüyordu. “Çoraplarım da yok. Ayaklarım taşlara çarpınca çok acıyor,” diye düşündü.
Sibel babasının bisikletinin arkasına yerleşti. Yokuştan uçar gibi indiler. Babası sandalın ipini çekti, bir sıçrayışta sandalın içine atladı. Sepeti, çantayı aldı. Sonra elini Sibel'e uzattı. Sibel sıçrayarak sandala bindi. Babası motoru çalıştırdı. Dümeni Sibel'e verdi.
“Dalgakıranı aşıncaya kadar dümeni sıkı tut kızım! Ben çaparileri hazırlayayım.”
Sibel tüm gücüyle dümeni tuttu. Deniz sakindi. Bandırma körfezi, karşıda Kapıdağı köyleri, orman içinde bin güzellik dolu oluyordu, her zaman. Motor da hızlı değildi. Martılar kümelenmiş, denizin üstü papatya tarlalarına benziyordu. Sibel tirşe bulutlara başını kaldırdı. Bulutları şekillere benzetmeye bayılırdı. ‘Şu uzaktaki bulut uzun saçlı bir kız. Saçının lüleleri rüzgârda uçuyor. Başımın üstündeki bulut tavşana benziyor. Onun yanındaki koşan bir kedi,' diye düşler kurarken babasının sesiyle irkildi:
“Sibeeel… Dikkat et kızım! Dümeni sola kır. Kayalara çarparız.
Sibel iki eliyle dümeni sımsıkı tutup çevirdi. Kayalara yaklaştıklarını fark etmemişti. Bulutlar da hızla doğuya doğru kaymaya başlamışlardı. Hava birden değişmişti. Babası dümene geçti. Sandalı dalgakıranın dışına demirledi. Çaparileri denize salladılar. Balık sürülerinin yoluna mı demirlemişlerdi. Bilinmez! Sudan çekilen çaparilerin üstü istavrit doluydu. “Böyle giderse” diye düşündü Sibel. “Sepeti kısa sürede balıkla doldururuz.” Babasının elleri hızlı hareket ediyordu. Oltalardan balıkları ayıklayıp olta dolu çapariyi, yemle doldurup yeniden denize sallıyordu…
Rüzgârın hızı arttı. Dalgalar sandalı açıklara sürüklemişti. Balık tutmanın heyecanıyla fark edememişlerdi. Martılar havada çemberler çizerek dönüyorlardı. Denize kadar alçalıyor sonra birden havalanıp süzülüyorlardı. Havaya uzun süre kuş sesleri doldu. Kuşların dalgalarla dansı başlamıştı…
Sibel'in babası çaparileri toplarken heyecanla kızına seslendi:
“Yağmurla beraber fırtına başlıyor. Limandan çok uzaklaşmışız. Şu fener adasına sığınmalıyız.”
Yağmurun hızı arttıkça sandalın içine sular doldu. Dalgalar sandalın içine giriyordu. Sibel'in babası sandala dolan suları boşaltırken dümeni yine Sibel'e verdi. Sibel dalgaların durmadan salladığı, rüzgârın hep açıklara attığı sandalın dümenine tüm gücüyle yapıştı. Ayakkabıları su dolmuştu. Saçlarından süzülen sular gözlerine, ağzına, burnuna doluyordu. Fener adasına çok yaklaştıklarını gördü. Babası bağırdı:
“Aferin kızım şimdi daha sıkı sarıl dümene!”
Tam o anda kuvvetli bir dalga sandalın üzerinden geçti. Sibel yere devrildi. Başını küreklerden birine çarpmıştı. Babası korkmuştu! Kızını kaldırdı. Dümeni fener adasına çevirdi. Sandalın içi su dolmuştu. Sandalı adanın kumsalına güçlükle çekebildiler. Fener bekçisi koşup yardım etmeseydi, başaramazlardı.
Yağmurun hızı azaldı. Rüzgâr yavaşladı
Güneş yeniden bulutların arasından sıyrıldı. Martılar süzülerek kumsala geldiler. Fenerin çatısına, kayalıklara küme küme yerleştiler. Havada mis gibi deniz, yağmur, martı, bulut kokusu vardı.
Bekçiyle Sibel'in babası sandalın suyunu boşalttılar. Sibel sahildeki çakılların üzerinde balıkları temizledi. Deniz suyunda yıkadı, sepete koydu. Babası kayalıkların arasında ispendek ve iki karagöz yakaladı. Sevinerek Sibel'e gösterdi.
“Bu balıklar tabağa sığmayacak kadar büyük. Görüyor musun güzelliğini? Lokanta bunlara çok para veriyor. Uzun süredir bu balıklara rastlamamıştım. Aaaa! Senin ayakkabılarına ne oldu kızım?
Sibel birden anımsadı:
“Sandalda düştüğüm zaman ayağımdan çıktı, deniz suyuna karışıp denize düştü.”
“Ayakların çok üşüdü mü Sibel?”
“Hayır baba. Bak yerler bile ısındı. Güneş üstümüzü, başımızı kuruttu.”
Sandalı bağladıkları demirden çözdüler. Yine babası dümeni kızının eline verdi. Çaparileri hazırladı. Limana kadar balık tuttular. Sibel olta iğnelerinden balıkları ayıklarken parmağını taktırdı. Çok canı yandı. Babası çaputlarla parmağını sımsıkı bağlayınca kanı durdu.
Eve geldiklerinde hava kararmıştı. Babası Sibel'e:
“Sen hemen yat kızım. Yemeğe beni bekleme. Lokantaya balıkları yetiştirmeliyim. Sen yarısını temizlemiştin. Ben de kalanları orada temizler, satarım.”
Sibel yorgunluktan acıyan ayaklarını taşların üzerinde yıkadı. Erik ağacının üstünden tepsi büyüklüğündeki aya baktı. “Güneş gibi ay çıktı. Eriğimin dallarında serçeler uyumuştur. Kediciklerim de beni bekler. Ay dede ne olur, denizde balık çok olsun” diye düşündü.
Oda kapısını açınca dört yavrusuyla sarman ayaklarına, bacaklarına süründüler. Sibel'in önünde yuvarlanıp sevmesi için gözünün içine bakıyorlardı. Sibel ile oynadılar, oynadılar sonunda kollarına, ayaklarına yaslanıp hep birlikte minderin üzerinde uyuyakaldılar.
Sibel'in babası eve gelince kedileriyle sarılmış uyuyan kızını mutlulukla seyretti. Sonra saçlarını okşayarak uyandırdı.
“Sibel burada üşürsün kızım. Yatağına yat. Bak sana ne getirdim.”
Sibel gözlerini açınca yanında duran yeni ayakkabıları gördü. Bir çift beyaz çorap vardı içinde. Babasının boynuna sarıldı.
“Babaaa, ne güzel ayakkabılar bunlar. Çorabı da unutmamışsın!”
Sibel'in babası başını sallayarak güldü.
“Kızım balıklarımızdan çok para kazandık. Sen gelince balık bol oluyor. Sen her gün benimle balığa gelmelisin!”
Sibel pencereden odaya dolan ay ışığına göz kırptı.
“ Olur, gelirim baba!”