Herkesin bir mihriban’ı vardır.
Ama Abdurrahim Karakoç’un iki. Yani demem o ki; iki mihriban şiiri vardır.
A. Karakoç’un Mihriban adlı ilk şiiri Musa Eroğlu tarafından bestelendikten sonra popüler olur. A Karakoç bu durumu bir röportajında şöyle ifade eder:
“ Ben 1960’da yazmıştım Mihriban şiirini, ihtilal olmadan önce… Ne zaman ki 1995’lerde kasete okunmuş sazla beraber, fıttırdı millet, böyle şiir mi olur, ne
güzel diye…”
A. Karakoç’un Mihriban üzerine yazdığı diğer şiiri ise “Unutursun Mihribanım” dır.
Uzun zamandır bu türküyü dinlemiyordum. Ne zamanki Mihriban ismi dilime dolandı, türküsü de aklımın kuytularına düştü.
Ancak bu türküyü ne zaman dinlesem hayatta tükenen güzellikler üzerinde ağıt yakasım geliyor. Çünkü şair dizelerinde nasıl unutulacağını öyle güzel
anlatmış ki...
Oğlun kızın olduğunda, gönlün paslandığında, nasıl süt emdiğini unuttunsa işte tam da bu şekilde birçok sebep unutmaya vesile olur.
Sanırım bu türkünün bu kadar sevilmesinin sebebi de herkesin içinde unutamadığı bir mihribanının olması olsa gerek.
Unutmak Türkçe sözlükte “Aklında kalmamak, hatırlamamak; hatırdan, gönülden çıkarmak” gibi anlamlar taşımaktadır.
Bilim insanlarına göre insan beyni yalnızca bilgileri depolamakla görevli değildir. Aynı zamanda unutmaktan da sorumludur. Bu sebeple düzgün
mental fonksiyona sahip olabilmek için unutmak gerekli bir süreçtir. Nitekim unutma sayesinde depolanan gereksiz bilgi silinir ve sinir sistemi gelişe bilirliğini
korur. Bu sürecin engellenmesi ise ciddî ruhsal bozukluklara sebep olabilir.
Geçmişin bilinçli terki olan unutmak gerek halk şiirimizde gerekse klasik şiirimizde aşığın en zor imtihanlarından biridir.
Örneğin Fuzuli “Unutmak” redifli gazelinde şöyle der;
Gör ganîmet fakr mülkinde gedâlık şîvesin
İ’tibâr ü mansab-ı dergâh-ı sultânı unut
(Fakirlik mülkünde dilenci gibi yaşamayı kazanç bil. Sultanın sarayında itibar ve rütbe sahibi olmayı unut.)
Fuzûlî bu beyitte sultan saraylarında makam mevki sahibi olmaktansa fakirlik mülkünde dilenci olmanın tercih edilmesi gerektiğini ifade eder. “Fakr
mülk” yani fakirlerin sahip olduğu mülk, dünya mal ve servetine kıymet vermeyenlerin mülküdür. Bu nedenle Fuzûlî, bir dilenci gibi yaşayıp dünyanın arzu ve
ihtiraslarından uzak durup mütevazi bir yaşam sürmenin esasen büyük bir ganimet olduğunu vurgular. Bu bağlamda fakirlik; sahip olamamak değil, bizzat
istememek ve değer vermemektir. Zira sultanların saraylarında makam, rütbe ve itibar bulunur. Hakikî âşık bunları hatırına dahi getirmez. Dolayısıyla beyitin
varlık-yokluk, sultanlık-kulluk tezatları üzerine kurulmuş olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum da tasavvufî açıdan “bir lokma bir hırka” felsefesi gereğince yokluk
ve kulluğun tercih edilip varlık ve sultanlığın unutulmasına işaret etmektedir.
Derler ki;
Az unutup çok hatırlayan delirirmiş.
Çok unutup az hatırlayan ise sevilirmiş.
Ha bir de unutmadan;
Çok malın olup düşünmektense, “uyuz” olup kaşınmak daha iyiymiş.