Sevgili Öğrenciler,
Size çok beğeneceğiniz bir öykü koydum. Okuduktan sonra siz de resimler çizin. Hoşlandığınız konuda öykü yazın. Hepinizi gözlerinizden öpüyorum.
Arkan körfezdeki balıkçı teknelerine baktı. Balıkçılar ağlarını denize atmışlardı. Martılar teknelerin çevresinde durmadan dönerek uçuyordu. Arkan, ‘martı sesleri bizim balkona kadar geliyor,' diye içinden geçirdi. Birden dedesine seslendi:
“Dede, haydi gidip balık alalım. Palamut çıkmış. Akşam arkadaşlarım palamut yemişler. Ne olur dedeciğim, giy ayakkabılarını gidelim. Ben balkondan gördüm. Balıktan dönen tekneler var.”
Dedesi Hüsnü Bey tıraşını bitirmiş, yüzünü kuruladığı havlu elinde banyodan çıktı.
“Güzel torunumun canı palamut mu istiyormuş? Ben hemen giyinir, giderim. Bu mevsimde palamutlar küçük olur. Pek lezzetli değildir.”
Arkan hemen karşı çıktı:
“Ben palamutu her zaman yerim. En sevdiğim balık palamuttur.”
Dedesi giyinmiş, koku sürünmüş, saçını taramış hazırlanmıştı.
“Haydi, öyle ise doğru balıkçılara gidiyoruz.”
Arkanla dedesi balıkçı haline gelince şaşırdılar. Tezgâhların üstü balık çeşitleriyle doluydu. Balık avlama yasağı henüz bitmişti. Bu yüzden balık bol görünüyordu. Uzun bir yaz balık bulamamışlardı, avlanma yasağı yüzünden. Önce palamutları seçtiler. Sonra manava uğrayıp marul, roka, limon aldılar. Eve dönerken kütüphanenin bahçesinde biraz dinlendiler.
“Dede sen bu bahçeyi çok mu seviyorsun?”
“Evet. Bu bahçenin akasyaları açınca kokusu tüm mahallelere yayılır. Bizim eve bile ulaşır. Bak, bu güller mis gibi kokan, pembe Isparta gülleridir. Bunlar açınca yoldan geçenleri durdurur kokusu.”
“Dede bu bahçedeki büyük ve sağlam küp neden havuzun yanında duruyor?”
“Burada çok eskiden bir aile oturuyordu. Onların zeytin, zeytinyağı, buğday koymak için kullandıkları, eski tarihi bir eşyadır bu küp. O ev yanınca, bu bina yapıldı. Yapılan binayı son yıllarda şehir kütüphanesi olarak düzenlediler. Küpün yeri aslında müze bahçesi ama nedense burada unutulmuş.”
“Bunun yerindeki ev neden yanmış dede?”
“Kurtuluş Savaşımızın sonunda Yunan birlikleri, yurdumuzun batısındaki şehir ve köylerden çekilirken birçok yeri yaktılar. İşte Bandırma, yakılan yerlerden biriydi.”
“Dedeciğim yarın 17 Eylül Bandırma'nın Kurtuluş Bayramı. Sen bu günden bayrağımızı balkona astın. Sabah bayrama birlikte gideriz. Her yıl duygulanarak anıyorsun Bandırma'nın kurtuluşunu. O günleri sana deden mi anlatmıştı?”
“Evet. Dedem Kurtuluş Savaşı gazisiydi. Tüm arkadaşları da savaşa katılmışlardı. Ben küçükken bana durmadan çekilen zorlukları, vatanımızın bağımsızlığının önemini anlatırlardı.”
Arkan heyecanla sordu:
“Dedelerimizin kazanıp bize armağan ettiği bağımsızlığımızı, biz nasıl koruyabiliriz?”
Dedesi Arkan'ın başını okşadı:
“Bizim yol göstericimiz yaşamda bilim ve akıl olursa yurdumuzun bağımsızlığı sonsuza kadar sürecektir. Çalışkan olmak, okumayı, insanı, doğayı, hayvanı sevmek ülkemizin yükselmesini sağlar.”
Arkan'ın gözleri parladı:
“Dün resim dersinde konumuz Bandırma'nın kurtuluşuydu. Ben okulumuzun bayraklarla, çiçeklerle donatılmış resmini yaptım. Arkadaşlarımla sıralar halinde marşlar söyleyerek Atatürk anıtına çelenk koymaya gidişimizi resimle canlandırdım.”
“Sana güveniyorum. Çok güzel olmuştur. Eve gidince yaptığın resmi görmek istiyorum. Merak ettim. Ben yeterince dinlendim. Balıklarımızı hemen eve götürüp temizleyelim, salatamızı yapıp nineni sevindirelim. Ne dersin?”
Dede torun kütüphane bahçesinden çıktılar. Konuşa konuşa eve geldiler. Dedesi balıkları temizleyip halkalara ayırıp kesti. Bol su ile yıkadı. Tepsiye dizdi. Üzerlerine kuru soğan, domates parçaları ile yağ koydu. Torununa seslendi:
“Palamutları hazırlayıp fırına koydum. Gel sen de salata malzemelerini yıka birlikte salata yapalım.”
Arkan koşarak mutfağa girdi:
“Dede yaptığım resmi görmek istemiştin. İşte defterimi getirdim.”
Arkan'ın resim defterini coşkuyla eline alan dedesi:“Bunlar ne güzel renkler. Bayram ve kurtuluş sevinci, coşkusu renklerle defter sayfasından sanki dışarı fırlayacak! İçime neşe doldu. Çok güzel çalışmışsın. Kutlarım.”
“Dede marulları yıkamaya başladım. Rokayı suya ıslattım. Biraz beklesin. Domates, biber, salatalıklar yıkandı. Limonu bile sıktım. Hepsi senin doğramanı bekliyor. Dede ben sana daha rüyamı anlatmadım, değil mi? Rüyamda Atatürk'ü gördüm.”
“Ben salatayı hazırlarken sen de arkadaşın Leyla'yı çağır gelsin. Balığımızı birlikte yer, konuşuruz. Sen rüyanı o zaman hepimize anlatırsın.”
Arkan koşarak çıktı. Leyla sokakta top oynuyordu. Fırında balık ziyafetini duyunca hemen annesine haber verdi. Arkanlar'ın evine koşarak geldiler. Masa hazırdı. Fırındaki balık kokusu evin içine yayılmıştı. Arkan'ın ninesi masaya su bardaklarını koydu, hepsine su doldurdu.
“Arkan bana yaptığın bayram resmini göstermeyecek misin?”
Arkan, ninesinin sitem dolu sesi ile kendisine geldi:
“Nineciğim, haklısın. Bak resim defterim burada. Leyla sen de görmedin yaptığım ‘Kurtuluş Bayramı' resmini.”
Leyla ile İnci Hanım başlarını birbirlerine yaklaştırıp deftere bakarken çarpıştılar. Kahkahaları pencerelerden sokağa taştı. Hepsi neşeyle gülerken Arkan'nın dedesi pişen balık tepsisini fırından çıkardı.
“Kim ne kadar balık yemek istiyorsa lütfen hemen söylesin. Balıkları soğutmadan sofraya oturun. Arkan'nın resmine övgülerinizi balık yerken söylersiniz!”
İnci Hanım muzipçe gülerken şöyle dedi:
“Fırında balık pişirme ustası dedenizdir çocuklar. Kim bilir ne lezzetli oldu balıklarımız? Palamutları yemek için sabırsızlanıyorum. Resim yapma ustası da Arkan'dır. Gel güzel torunum yemeye başlamadan seni öpeyim. Leyla seni bu güzel saçların için öpmek istiyorum.”
Çocuklar gülüşerek İnci Hanım'a sarıldılar. Herkes tabağındaki balıkları iştahla yedi. Salata lezzet harikasıydı. Balkona çıkıp oturdular. İnci Hanım elinde bir tepsi çayla geldi. Denizde balıktan dönen balıkçı tekneleri ve peşindeki martı sürülerini gülüşerek bir süre seyrettiler. Arkan rüyasını anlatmak için sabırsızlanıyordu. Dedesi onun bakışlarından sabırsızlığını okudu.
“Haydi anlat bize güzel torunum, rüyanda Atatürk'ü nasıl gördün?”
Arkan sandalyesinde şöyle bir doğruldu. Anlatmaya başladı:
“Rüyamda, öğretmenimiz sınıfımızı Ankara'daki İlk Meclis Binası ile İkinci Meclis Binası'nı görmeye götürdü. Hepimizin elinde karanfil ve Türk bayrağı vardı. Birinci meclis binasından ikinciye geçtik. Çok heyecanlıyız. İkinci meclisin toplantı salonuna kapısından girdik. Solda yüksek bir kürsü ve en üstte Atatürk oturuyor. Onun önünde İsmet İnönü. Sonra kâtipler yer almış. Sağ taraftaki meclis sıralarında bakanlar kurulu üyeleri. Mustafa Necati, Kâzım Karabekir Paşa diye ben önlerinden geçtiklerimi okurken Atatürk elini kaldırıp ‘Durun Çocuklar' dedi. Heyecanlandık. Bacaklarımız titriyor. Öğretmenimize baktık. O da bakışları ile bize gülüyor, durmamızı belirtiyor. Durduk. Atatürk konuştu:
“Bizi görmeye gelmeniz ne güzel bir kıymet bilme duygusudur. Biz, dedeleriniz ve ninelerinizle bu güzel Cumhuriyeti kurduk. Bağımsızlığınız sonsuz olsun. Benim düşüncelerimi anlıyor, yapmak istediklerimi kavrıyorsanız yüzümü görmeye gerek yoktur. Çünkü ben, hepinizin yüreklerindeyim. Beyninizi bilim aydınlatsın. İnsanları dilleri, dinleri, cinsleri, ırkları yüzünden sakın ayırıp hor görmeyin. Barışı sevin, yurdumuzun ve dünyanın barışı için çalışın.
Ben çocukken para biriktirip kitaplar aldım. Yaşamım boyunca çok kitap okudum. Müzede kitaplarımdan bir kısmını görebilir, sayfaların yanına el yazımla yazdığım düşüncelerimi inceleyebilirsiniz. Başarılarımı okuduğum kitaplardan öğrendiklerimle yarattım. Ölünceye kadar dört bine yakın kitap okudum. Bilgili insanlar, ülkelerini yüceltir ve dünya milletlerinin saygısını kazanır. Boş ve kara düşüncelerle sakın uğraşmayın. Hepinizi gözlerinizden öpüyorum.”
Biz Atatürk'ü dinlerken meclisin içi daha çok ışıklandı. Güzel sözleri ve sesi içimize doldu. Ben yakınımdaki kürsüye yaklaştım ve elimdeki karanfili bıraktım, şöyle dedim:
“Sevgili Atatürk'üm ve kahraman büyüklerimiz,
Bu güzel yurdu ve bağımsızlığımızı size borçluyuz. Uygar, özgür, çalışkan bir ulusun torunlarıyız. Her zaman sizlerle gurur duyuyoruz. İnanın bize; Türkiye Cumhuriyeti'ni dünya üzerinde sayılan, sevilen bir ülke yapacağız. Yolumuzu bilimden öğrenip, aklımızın ışığı ile açacağız. Hepinizin yüreği, vatan sevgisiyle doluydu. Yaşamda, örnek alacağımız kahramanlar sizlersiniz. Ellerinizden öpüyoruz.”
Ben bunları gözlerim dolu, sesim titreyerek söyledim. Atatürk ve Bakanlar Kurulu bize gülerek bakıyordu. Arkadaşlarım, ellerindeki çiçekleri benim biraz önce koyduğum yere bıraktılar. Hepimiz bayraklarımızı sallayarak çıktık. Öğretmenimiz yaşlı gözleriyle bize “Çocuklar çok iyiydiniz.” dedi. Uyanmışım. Gözlerimin önündeki güzellikler kaybolmasın diye gözlerimi yeniden yumdum. Heyecandan bir daha uyuyamadım. Ninesine baktı Arkan. İnci Hanım torununa sarıldı:
“Atatürk ve arkadaşları ile ne güzel konuşmuşsun! Yurdumuzun bağımsızlığı için onlara verdiğin sözler içimizi gururla doldurdu. Yaşamda örnek alacaklarınız vatanımızı kurtaran kahramanlarımızdır. Onlar özverileri, çalışkanlıkları, korkusuzlukları, bilgili oluşları, zorluklardan yılmayışları ile bize bu güzel vatanı armağan ettiler.”
Leyla heyecanlanmıştı:
“Bizim yol göstericimiz atamızın dediği gibi bilim ve akıl olacak.”
Arkan'ın dedesi bu iki güzel çocuğa sarıldı ve şunları söyledi:
“ Bizim torunlarımız bu kadar bilinçli ve kararlı olunca ülkemiz sonsuza kadar özgür, bağımsız, yüce bir vatan olarak yaşar.”
Leyla gülerek Arkan'a baktı:
“Arkan neden gördüğün rüyanın resmini yapmıyorsun? Hemen başla sen resmi yapmaya, ben mutfağa gidip size limonata hazırlamak istiyorum. Annem dün öğretti bana nasıl yapıldığını. Şu anda sizin için limonata hazırlamak geldi içimden.”
Arkan sevinerek ellerini çırptı:
“Sonra bisikletlerimize atlayıp deniz kenarına gidelim. Balıkçıları seyredelim. Martıların ve balıkçı teknelerinin resmini yapmak istiyorum.”