Sevgili Arkadaşlarım,
Size bir öykü gönderiyorum. Her zaman insanların işleri, gelecek planlamaları zor olmuştur. Bu öykü sizi çok düşündürecek, çözüm arayışını bulma çabası içine gireceksiniz.
Elimdeki paketten tuzlu ve tatlı kurabiyeleri kızıma uzattım.
“Senin için iki tür kurabiye aldım. Bakalım beğenecek misin?”
“Meyve aldınız mı anne, çok susadım?”
“Aldık. Meyve suları da aldık. Sana sürprizimiz var. Balıklı sandviçler bu pakette.”
Kızım babasına döndü kent haritasını gösterip şöyle dedi:
“Baba, kent plânında Graz (Gratz) Parkı çok yakınımızda. Doğa Müzesi'nde mineralleri göreceğiz derken çok yorulmuşuz. Müzeler açılıncaya kadar parkta dinlenebiliriz.”
Böylece parka gitmeye karar veriyoruz. Biz bunları konuşurken, yakınımızdaki bir genç kadın, bizi dikkatle dinliyordu. Alnını ve boynunu açıkta bırakacak ince bir eşarbı başına bağlamış, çevresinden çok çekinen bu genç kadın, küçük oğlunun elinden tutup bize yaklaştı. Biraz ürkek ama cesaretini toplayarak sordu:
“Abla, memleketten mi geldiniz?”
“Evet.”
“Ben görümcemin işten çıkmasını bekliyorum. Saat on ikide yemek molası verirler. On dakika kaldı. Biz de yiyeceklerimizi parkta yemeyi düşünmüştük. Bekleyin de beraber gidelim. Görümcemle tanışırsınız.”
Bu arada Diyarbakır'dan geldiklerini, kendisinin yirmi beş yaşında olduğunu, Almanca bilmediği için iş bulamadığını ve sadece kocasının çalıştığını öğreniyoruz. Oğlu üç yaşında ama ne Türkçe ne de Almanca biliyor!
“Ben, çocuğumla bütün gün küçük evimizde kapalıyım tam bir yıldır. Para sıkıntısı yüzünden Almanca kurslarına da gidemiyorum. Çok sıkılınca böyle görümcemle buluşuyorum. Parka gidiyoruz. Park cennet gibi bir yer. Oğlum da bol bol oynuyor.”
Görümcesi Nergis, Nadide'nin tersine kendine güvenen, güleç ve mutlu bir kadın. Hep birlikte tren yolunu geçip parka giriyoruz. Bu bir park değil, kuş cıvıltıları ve çiçek kokuları içinde koyu gölgeli bir orman! Çimenlerin üzerinde okuyan, dinlenen gençler var. Banklarda yorgunluk gideren yaşlı insanlar... Bir çeşmede buz gibi sularla elimizi, yüzümüzü yıkadık. Bu arada Avusturya'nın her yerinde su, musluklardan içiliyor. Alp dağlarının karlı suları çok güzeldir.
Banklara oturduk. Yiyeceklerimizi birbirimize vermeye, yedirmeye çalışıyoruz. Türk konuk severliğimizi her yerde karşılıklı gösteriyoruz. Kızım fotoğraflarımızı çekiyor yeni arkadaşlarımızla. Arkadaşlarımız değil, şimdi bizim konuklarımız oldular. Konuştukça ürkekliklerinden sıyrılıp daha da rahatladılar. Fotoğraflarını çektik, adreslerini aldık, onlara göndermek üzere. Çok sevindiler.
Nergis bir halı mağazasında çalışıyor. Almanca'yı geldiği yıl gece kurslarında öğrenmiş. Sığınmacılara ücretsiz verilen kurslardan yararlanmış.
“Çocuklarım okula gidiyor. Almanca'yı iyi konuşuyorlar, dersleri başarılı. Burada üniversiteye göndereceğim. Kızım doktor olmak istiyor.”
Ben en çok merak ettiğim, karşılaştığım Türkler'in hemen hepsine sorduğum sorumu, Nergis'e de soruyorum:
“Avusturyalılarla komşuluk, iş yerinde arkadaşlık yapabiliyor musunuz?”
“Türklerden daha güzel komşuluk yapıyoruz. Ben işteyken çocuklarımı evine alan, arabasıyla bizi kentin dışındaki süpermarketlere götüren Avusturyalı bir komşum var. Bizim arabamız olmadığını biliyor, her zaman biz istemeden bizi de markete götürüyor, yardım ediyor sessizce. Aradığımız komşuluğu onlarda bulduk.”
“Evinize gelirler mi? Siz onlara gidebiliyor musunuz?”
Nergis yine güleç yüzle cevaplıyor:
“Bize istekle geliyorlar. Biz onlara gidince içki içmediğimizden, bizi ağırlayabilmek için evlerine çay bardakları ve çaydanlık aldılar. Bizim için çay demliyor, kek ve pasta koyuyorlar tabağımıza.”
Yine merakla sorularıma devam ediyorum:
“Çocuklarınız onların çocuklarıyla arkadaşlık yapabiliyor mu?”
“Dil sorunu olmadığı için güzel anlaşıyorlar. Zaten aynı okula gidiyorlar. Tatillerde yüzme havuzlarına beraber giderler. Bisiklete binerler.”
Nergis'e merakla soruyorum:
“İşinden memnun musun? Kazancın iyi mi?”
“İşimden memnunum, onlar da benden. Halıcılık için İstanbul'da kurslara bile gönderildim. Bu konuda vazgeçilmez eleman oldum. Ama şimdi yaşlılar evinde daha yüksek ücretle iş buldum. Bu hafta başlıyorum. Fakat bir sorun var: Huzurlu değilim.”
“Nedir seni üzen sorun?”
Nergis, sıkıntıyla başını iki yana salladı. Gözleri buğulandı:
“Yaşlılar evindeki işim gece. Çocuklarım gündüz okuldayken ben evde olacağım. Ben işime gidince çocuklarım evde olacak. Kısacası çocuklarım güzel okusun diye çok para kazanmak istiyorum. Çocuklarımla paylaşamadığım saatler, bu istek için ödediğimiz en ağır bedel olacak! Verdiklerimiz mi değerli, aldıklarımız mı? Bu sorunun cevabını tam bulabilseydim içim rahat olurdu!”
Biz de bu soruların cevabını tam olarak bulamadık! Kırık dökük teselli eden ve onların gurbet ellerde insanlarla barışık, çalışma kararlılığı içindeki tutumlarını yüreklendiren konuşmalar yaptık. Aslında içimize yine siyah hüzünler doldu. İçimizden bir ağıt yükseldi. Bir yumru boğazımıza gelip oturdu:
Şu duvar kerpiçtendir,
Giden gün ömürdendir.
Feleğin bir kuşu var,
Pençesi demirdendir.
Bu öykü, “Yaşamdan Sevinç Yaratanlar” kitabımdan alınmıştır.