ATATÜRK REFORMLARI – ATATÜRK RÖNESANSI
Ulusal Kurtuluş Savaşı sonunda, yıkılan Osmanlı Devleti yerine kurulan yeni devletin yönetim şeklinin Cumhuriyet olması ve demokrasiyi içermesi Atatürk Rönesansı'nın başlangıcıdır. Mustafa Kemal'de bu anlayış daha onun öğrenim yıllarında oluşmaya başlamıştı. Batı'da aydınlanmanın sağladığı olumlu sonuçları ve Fransız devriminin etkilerini Mustafa Kemal çok iyı biliyordu. O daha öğrenim yıllarında Cumhuriyet'i ulus egemenliğine dayanan ve demokrasiyi de içeren bir kavram olarak algılıyordu. Kazım Özalp'a aktardığına göre , Sofya ateşemiliterliğine gitmeden önce, Enver Paşa'nın Napoleon Bonaparte'ın izinden giderek Osmanlı hanedanını yönetmeye giriştiğini belirterek çıkış yolunun Cumhuriyet olduğunu söylemişti: ‘'Bu hanedandan ülkeye hayır yoktur. Diktatörlük ulusları mutlu ve gönençli kılmaz. Devletin esasını Cumhuriyet ilkelerine göre hazırlamak gerekir'' demişti (Turan III-I,19).
Atatürk kendi yazdığı ve 1931'den 1939 sonlarına kadar ortaokullarda okutulan Medeni Bilgiler ders kitabının 26.sahifesinde ‘'Milletin ne olduğunu izah ederken demiştim ki: Türk milleti, halk idaresi olan Cumhuriyetle ( devlet şekliyle) idare olunur ''. Demokrasinin halk egemenliği olduğu halkçılıkla anlatılmaktadır. ‘'Demokrasi ilkesi , halkçılık : Bu ilkeye göre irade ve egemenlik milletin tümüne aittir ve ait olmalıdır. Demokrasi ilkesi ulusal egemenlik şekline dönüşmüştür.''. ‘'Demokrasi temeline dayanan hükümetlerde egemenlik halka , halkın çoğunluğuna aittir. Demokrasi ilkesi , egemenliğin millette olduğunu , başka yerde olamayacağını gerektirir. Bu suretle demokrasi ilkesi, siyasi kuvvetin , egemenliğin kökenine ve yasallığına değinmektedir.''. Medeni Bilgiler kitabının dışında o yıllarda ders kitabı olarak hazırlanan ve Atattürk'ün incelemesinden geçen Tarih IV ‘de de halkçılık ilkesi şöyle anlatılır :''Yasalar önünde kesin bir eşitlik kabul eden, hiç bir aileye , hiç bir sınıfa, hiç bir topluluğa ayrıcalık tanımayan bireyler halkdır ve halkçıdırlar. Bu tümceleri çözümlersek anlarız ki devrimizin halkçılık temeli 1; Demokratik, 2; Herhangi bir guruba ya da kesime ulusun genel hakları dışında ayrıcalık tanımamak 3: Sınıf kavgası kabul etmemek , gibi ögelerden oluşur.'' (Turan III-I,23)
Cumhuriyetin gereği olarak halifeliğin kaldırılması Atatürk rönesansının bir başka temel taşıdır. Fransız L'Information gazetesi halifeliğin kaldırılmasını , en azından ‘'Merkezi İstanbul olan Panislamizmin sonu'' olarak değerlendirdi. Temps gazetesi ise TBMM'nin kararındaki amacın laik düzene geçmek olarak belirtmişti. ‘'Türkiye Cumhuriyeti , eski Türkiye'nin üç yüz yıldır yapamadığını üç günde gerçekleştirdi. Ani bir davranışla , teokrasinin son kösteklerinden kendini kurtaran Türkiye, Avrupalı düşüncelerin izinden duraksamadan ileri atıldı. Bu, bütün batılı düşünür ve yazarların daha düne kadar değişmez ve taşlaşmış saydıkları kurumların tam anlamıyla yıkılışıdır.'' (Turan III-I, 60)
Osmanlı İmparatorluğu şeriat üzerinde yükselmişti. Bu düzen şimdi ulusal egemenliğe , Ümmet anlayışı Ulus anlayışına dönüşmüştü. Dinle bağımlı eğitim sisteminin de değişmesi gerekiyordu. Cumhuriyetin devraldığı eğitim sisteminde , Tanzimat'ın ilanıyla medreseler dışında açılan ilk öğretimden yüksek öğretime kadar her aşamada batıda doğan ve gelişen bilimlerin de okutulduğu okullar vardı. Bunlar İptidai – ilkokul -, Rüştiye – orta okul - , İdadi – lise ve 1863'de açılan ve üç kez açılıp kapandıktan sonra 1900'da süreklilik kazanan tek üniversite idi. Eğitim sistemi medreseli ve mektepli diye ikiye ayrılmıştı. Ayrıca bir üçüncü gurup Azınlık Okulları vardı. Bunlar Müslüman olmayan tebaaya Tanzimat'la tanınmış haklardan yararlanarak açılan kendi dillerinde eğitim veren okullardı. Bunlara ek olarak da kapitülasyonların yarattığı ayrıcalıkların doğurduğu Yabancı Okullar vardı. Medreselerin kitapları sahaflarda, Tanzimat okullarının kitapları Babıali caddesinde ve Yabancı ve Azınlık okullarının kitapları Beyoğlu'nda satılmakta idi.
1894 tarihli Zühtü Paşa raporuna göre imparatorluk düzeyinde 398 Protestan okulu vardı 1907'de misyoner okul sayısı 465'e çıkmıştı. Fransızların 37 kentte 72, ABD'nin 19 ilde 27 okulu,1917'de İngilizlerin İstanbul'da 83 öğretim kurumu, Rusların 44, İtalyanların 24, Alman ve Avusturyalıların 7'şer okulu bulunuyordu. Başkent dışında kümelenme şöyleydi: Beyrut 89, Elazığ 83, Erzurum 24, Diyarbakır , Halep ve Bitlis'te 22'şer, Adana 18, Ankara 9, Van 8. 1919 Paris Konferansı'nda Venizelos Rum okulları sayısını 2228, öğrenci sayısını 188.577 olarak beyan etmişti.
Ziya Gökalp (23.3.1876 -25.12.1924) ‘'bir ulusun böyle ‘'üç'' yüzlü bir hayat yaşaması mümkün olabilir mi? Bu 3 eğitim yöntemini birleştirmedikçe gerçek bir ulus olmamız mümkün müdür? Uygarlığımızı birleştirirsek , maarifimizi , pedagojimizi de birleştirmiş , ruhta , düşüncede , bağdaşık bir ulus olmuş olacağız. O halde bu işte daha bir süre ihmal göstermek asla doğru değildir.''diye yazıyordu. Bu düşünce Mustafa Kemal tarafından da benimsendi. 27 Ekim 1922'de Bursa'da öğretmenlerle yaptığı görüşmede o şöyle diyordu : ‘'Eğitim işlerinde kesinlikle zafer kazanmış olmak gerektir. Bir ulusun gerçek kurtuluşu ancak bu yolda olur. Bu zaferin sağlanması için hepimizin tek bir can , tek bir düşünce olarak temelli bir izlence üzerinde çalışmamız gerekir. Bence bu izlencenin temel noktaları ikidir: a) Toplumsal yaşamamızın gereklerine uyması, b) Çağın gereklerine uygun gelmesidir''(Turan III-I,68). 3 Mart 1924'de Tevhid-i Tedrisat – Eğitimin Birleştirilmesi yasası meclisçe kabul edildi.
20 ocak 1921'de kabul edilen Teşkilat -I Esasiye Kanunu 20 Nisan 1924'de, bazı maddeleri değiştirilerek Anayasa olarak yasalaşmıştı. 5 Şubat 1937 de son değişiklere uğramış, devletin resmi dili ile başkentini belirleyen 2. Maddeye 6 okla simgelenen Atatürk ilkeleri eklenmişti: ‘'Türkiye devleti,Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimcidir.Resmî dili Türkçedir. Başkenti Ankara'dır''. Anayasa 27 Mayıs 1960'a kadar bu şekliyle yürürlükte kaldı.
Bir yabancı gözlemci Pierre Anasart'a göre Mustafa Kemal , siyasal yapılanma dışında yurttaşın günlük yaşamını ve toplumsal yapıyı da değiştirme gereğine inamıştı.( TuranIII -I, 161). ‘'Siyasal duyarlılıkları etkileyerek , saygı ve düşmanlık kutuplarını dönüştürerek ayni zamanda yeni toplumsal bağlar, yeni bir dayanışma yaratmayı amaçlıyordu. Yerel ve dinsel nitelikli eski dayanışmalarını yerine, bunların değerlerini yadsımayacak , toprağın , halkın ve Cumhuriyetin sevgisine dayanan bir ulusal dayanışma koymaya çalışıyordu ‘'. Bu nedenle Medeni Kanum, Ceza, Borçlar, Ticaret kanunları çıkarıldı. Bu konularda uzmanları yetiştirecek Ankara Hukuk Fakültesi kuruldu. Ulusal ekonomiyi kalkındırmanın ilk adımı olarak İktisat Kongresi toplandı. Giyim ve kuşamda çağdaşlaşmaya işaret eden düzenlemeler yapıldı. Sarık ve fes dinsel bir simge olarak kabul edildiğinden onların yerine şapka giyilmesi yasalaştı.. Tekkeler, zaviyeler, ve türbeler kapatıldı. Uluslararası saat, takvim ve rakamlar kabul edildi , Arap harfleri yerine Latin harfleri yürürlüğe girdi. .Halkın yeni harflerle okuma yazma öğrenmesi için millet okulları açıldı.
Lozan barış anlaşmalarının görüşüldüğü günlerde İzmir'de komutan arkadaşlarını toplayan Mustafa Kemal, barıştan sonra yapılacak işleri anlatıyordu. Asım Gündüz'e göre şöyle diyordu: ‘'III. Selim'den itibaren başlayan yenilik hareketleri, taassubun çekmesiyle daima yıkılıvermiştir. Şimdi önümüzde bir ufuk açıldı. Savaşı kazandık. Barış da olacak. Eğer yüzümüzü hala batıya çevirmez, batının yeniliklerini kabul etmezsek, bu ulus yine o köhne kurumların elinde eski haline dönecek, daha çok Kurtuluş Savaşları vermek zorunda kalacaktır. Bizim döktüğümüz alın teri ve verdiğimiz şehit kanları boşa gidecektir. Bunların boşa gitmemesi, sizlerin gayret ve yardımlarına bağlıdır. Memleketi düşman işgalinden kurtardığımız gibi gibi, cehalet ve taassubun elinden de kurtarmada yardımcı olursanız , bu ulus ölmezliğini bir kez daha ispat etmiş olur (Turan III -I, 162). O toplantıda bulunan komutanlar Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Kazım Özalp ve diğerleri , kendisini destekleyeceklerini belirttiler.
‘'Atatürk'ün ‘'Türk Devrimi'' diye adlandırdığı bu büyük dönüşümde, güçlendirilmek, güçlü uluslar arasında saygın bir yer alması istenen , ayni zamanda kendisinden bir güç kaynağı olarak yararlanılan öğe ‘'Ulus''tur. Türk ulusudur. Bu nedenle, ‘'Ulus'' ‘'Ulusçuluk'' Kurtuluş Savaşı döneminde olduğu gibi devrim aşamasında da ana öğe, gözetilen temel varlıktır'' (Turan III -I, 162)
Afet İnan imzasını taşıyan ‘'Vatandaşlar İçin Bilgiler'' kitabının Atatürk'ün kaleminden çıkmış ‘'Ulus'' bölümünde ‘'Ulus'' tanımı şöyledir: ‘' Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti ( Ulusu) denir.''Atatürk'ün gözden geçirdiği 1931 basımlı Tarih kitabında buna biraz daha açıklık getirilmiştir: ‘'Türkiye Cumhuriyeti içerisinde Türk dili ile konuşan, Türk kültürü ile yetişen, Türk ülküsünü benimseyen kişi, hangi dinden olursa Türk'tür.'' Ulusçuluk ise Mustafa Kemal'e göre , 1931 ‘de yayınlanan ‘'Tarih IV'' kitabında şöyle anlatılmaktadır: ‘'Türk ulusçuluğu , ilerleme ve gelişme yolunda ve uluslararası ilgi ve ilişkilerde, bütün çağdaş uluslarla paralel ve onlarla bir uyumda yürümekle birlikte, Türk toplumsal heyetinin özel niteliklerini (seciyesini) ve başlıbaşına bağımsız kimliğini saklı tutmaktır''10.yıl söylevinde de Atatürk şöyle diyordu: ‘' Türk ulusunun karakteri yüksektir. Türk ulusu çalışkandır. Türk ulusu zekidir. Türk ulusu ulusal birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Türk ulusu bilime bağlıdır, çünkü ilerleme ve uygarlık yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meş'ale müsbet ilimdir.'' (Turan III-I,167). Türkiye'nin kapitülasyonları kaldırmak suretiyle, henüz yeni kurtulmuş olduğu bir yarı sömürge memleketi durumuna düşmesi tehlikesine karşı, ulusal vakar ve onur önemli bir etken olmuştu.
Türkiye'de Cumhuriyetin kurulması ve ardından çeşitli devrimlerin gelmesinin amacı çağdaşlaşmaktı, ayni anlamda kullanılan‘'Batılılaşma ‘' idi. ‘'Aydınlanma'' idi. Aydınlanma XVI.yüzyıl İngiltere'sinde doğdu ve oradan kıta Avrupa'sına yayıldı. Aydınlanma üç ana kavrama dayanmaktaydı (Turan III – I,172) : A) Akıl: Her türlü dogmadan uzak kalma. Evrenin ve yaşamın kurallarını akıl yoluyla bulma. Aklı kullanma . B) Birey: Kişiye önem verme. Cemaatler, ümmetler, tarikatlar ve dernekler yerine kişinin, bireyin öne çıkması. Ulusların kişiliğinin de uluslararası ortamda önem kazanması. C) Bilgi. Her türlü bilginin yaygınlaştırılması, kişilerin bilgi ile donatılması. Bu amaçla dilin geliştirilmesi. Dilin her yurttaşın anlayabileceği bir niteliğe kavuşturulması.
Aydınlanma akımı üç yüz yıllık bir süre içinde çok önemli sonuçlar doğurdu. Bunların başında egemenliğin gökten halka inmesi geliyordu. Egemenlik Tanrı'ya , onun vekiline ya da gölgesine ve onun adına yaratılmış olan kurumlara ait olmaktan çıktı. Egemenliğin halka ve halkın yarattığı kurumlara ait olduğu kabul edildi. Felsefe alanında akılcılık – rasyonalizm – akımı başladı. Karar vermede din ve inanç değil akıl öne çıktı. Dünya görüşü değişti. Laisizm doğdu. Din ve devlet işleri biribirinden ayrıldı. Devlet işlerine dinin karışması ve katılması önlendi. Ya da bu konuda dinin etkisi yok denecek düzeye indi. Yakın çağlar Avrupası'nı ve ABD'yi bu değerler yarattı. Bu ‘'yeni düzen'' ‘'Nizam -ı Cedid'' ihtiyacı , ‘'Çağdaşlaşmak'' , ‘'Asrileşmek'' ya da ‘'Batılılaşmak'' adı altında Osmanlı İmparatorluğu'nda da duyulmuş , tarih içinde, bunun için zaman zaman girişimlerde bulunulmuştu.
Mustafa Kemal'in düşüncesinde ve anlayışında çağdaşlık üç alanı kapsıyordu: Çağdaş Devlet, Çağdaş Uygarlık ve Çağdaş toplum. 1925'de Ankara Hukuk Fakültesi'nin açılışında yaptığı konuşmada Mustafa Kemal şöyle diyordu: ‘'Ulus, uluslararası genel mücadele ortamında kendisini yaşatacak ve güçlü tutacak ortam ve aracın, ancak çağdaş uygarlıkta bulabileceğini, değişmeyen bir gerçek ilke olarak kabul etmiştir''. Cumhriyet'in 10. Yılında Atatürk ‘'Ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız'' diyordu.
Atatürk'ün amaçladığı çağdaşlaşma II.Meşrutiyet döneminden, 1908'den beri Türk aydınlarının üzerinde durduğu ve tartıştığı bir sorundu (Turan III – I , 176). ‘'Yusuf Akçura 1925'te Istanbul Üniversitesi'nde verdiği konferansta çağdaş devletin nasıl olması gerektiğini şöyle açıklamıştı:
A)Çağdaş devlette egemen güç , devleti kuran ulusun kendisidir. Ulus bireyleri hukuk açısından eşittir. Bireyin bireye baskısını doğuran kurumlar yoktur.
B)Çağdaş devlet ulusaldır. Ulus, ayni kültürün ürünüdür. Bundan dolayı da en azından çoğunluk ayni ülküye bağlıdır.
E)Çağdaş devletin ayırt edici özelliği, halk egemenliğidir, demokrasidir.
F)Çağdaş devlet ayni zamanda ekonomik bir devlettir. Hükümetin birinci görevi ekonomik etkinlikleri düzenli bir biçimde yönetmektirr''
Akçura bu konferansında çağdaşlaşmayı sağlamak için irticaya, gericiliğe karşı halkı birlik olmaya çağırmıştı (Türk Yurdu, 13 Ekim 1925)
Çağdaşlaşmak amacına ulaşmak, toplumu dönüştürmek için bir çok yasa çıkarıldı. Bunların başında Şeyh Sait ayaklanmasından sonra çıkan ‘'Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlıklarla Birtakım Unvanların Yasaklanmasına ve kaldırılmasına İlişkin Yasa'' gelir. Bu yasa ile birlikte Şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, naiplik, halifelik, büyücülük, üfürükçülük, falcılık ve muskacılIk ve bunlara ilişkin ünvanlar kalkmış oldu.
Kısa bir süre sonra şapka giyme yasası çıktı. 26 Aralık 1925'de kabul edilen iki ayrı yasa ile saat ve takvim birliği sağlandı. 1 Haziran 1935'te Cuma tatili Pazara alındı.20 Mayıs 1928'de rakamların yazılışında uluslararası simgeleri öneren yasa kabul edildi. Roma / Romen rakamlarının kullanılması yürürlüğe girdi. Daha sonra Latin harflerinin kullanılması yasalaştı.