Cumhuriyetin 15.yılında Ülkü dergisinde ( Ülkü, No:67 , Eylül,1938) alfabe reformuyla ilgili olarak Fuat Köprülü şöyle yazıyordu: ‘'Türklerin kültür tarihinde bu kadar azametli, bu kadar kapsamlı bir dönüm noktası daha var mıdır ; bilemeyiz. Yalnız şunu itiraf etmek zorundayız ki , Atatürk'ün milletine hediye ettiği muazzam inkılaplar arasında alfabe inkılabının çok derin ve çok geniş bir manası vardır'' . ‘'On yıl bir milletin hayatında kısa bir zamandır. Böyle iken alfabe inkılabı, bu kadar kısa bir süre içinde bile memleketin kültür hayatında da muazzam atılımlar doğurmuş , çok verimli olumlu sonuçlar vermiştir.'' (Turan III – I, 214)
Alfabeyi , okuma yazmayı öğretmek için 20.487 derslik, millet mektepleri açılmıştı. İlk çırpıda buraya devam edenlerin sayısı 1.075.500 kişiyi bulmuştu. Okuma yazma öğrenerek belge alanların sayısı ilk yılda 485.632 erkek 111.378 kadın olmak üzere 597.010 kişiye ulaşmıştı. 1927 sayımına göre Türkiye'nin nüfusu 13.700.000 idi ve nüfusun ancak %8.16 sı okuma yazma biliyordu. Okuma yazma oranı erkeklerde % 13 ,kadınlarda % 4 idi.
Fransız yazarı Geoges Duhamel Türkiye'deki Alfabe devrimini bilim felsefesi açısından şöyle değerlendirmişti: ‘'Atatürk'ün eseri , İngiliz, Fransız ya da Rus devrimcilerinin eserine hiç bir bakımdan benzemez.. Bu ülkelerde hiç biri dile, yazıya dokunabilmeyi akıllarının kıyısından bile geçirmemiştir. Örneğin ne Cromwell, ne Robespierre , ne Lenin ve arkasından gelenler , önderlik ettikleri ulusu, bilim felsefesi , düşünce yöntemi , kısacası alın yazısı değiştirme yoluna götürmeye kalkışmamışlardır. ‘Cumhuriyet, 1 Kasım 1978 ‘'
5 Kasım 1925'te Cumhuriyet Ankarası'nın ilk yüksek eğitim kurumu olan Hukuk Fakültesi'nin açılışında Atatürk çağdaş devlette hukukun yerini belirtmek gereğini duymuştur (Turan III – I, 220): ‘'Bugün tanığı bulunduğumuz olay , yüksek memur ve uzman bilginler yetiştirme girişiminden daha büyük bir önem taşımaktadır. Yıllardan beri süren Türk Devrimi varlığını ve anlayışını, toplumsal yaşamın temeli olan hukuk esaslarında saptamak ve güçlendirmek çaresine inanmıştır. Türk Devrimi nedir? Bu devrim, kelimenin ilk önce işaret ettiği ihtilal anlamından başka , ondan daha geniş bir değişmeyi anlatmaktadır. Bugünkü devletimizin şekli, yüzyıllardanberi gelen eski biçimleri bir yana iten en gelişkin biçim olmuştur.''
‘'Ulusun varlığını sürdürmesi için bireyleri arasında düşündüğü ortak bağ, yüzyıllardan beri gelen biçim ve niteliği değiştirmiş , yani ulus, dinsel ve mezhepsel bir bağ yerine , Türk ulusçuluğu bağı ile bireylerini toplamıştır.
Sanırım ki Ankara Hukuk Okulu ile Cumhuriyet Hukukunu yalnız dış görünüş ve sözcük anlamı biçiminde değil , fakat bilinçli ve anlamsal niteliği ile , yasalarıyla, ve hukukçularıyla açıklayacak ve savunacak önlemleri almaya girişmiş bulunuyoruz.
Cumhuriyet Türkiyesi'nde eski yaşam kuralları , eski hukuk yerine yeni yaşam kurallarının ve yeni hukukun geçmiş bulunması , bugün hiç duraksamadan kabul edilecek bir olup bittidir. Bu olup bitti , sizin kitaplarınızda ve uygulama değeri olacak yasalarınızda belirtilecek ve açıklanacaktır.''….
‘'Ulusun ateşli devrim atılımları sırasında sinmek zorunda kalan eski yasa hükümleri , eski hukukçular, iyilik yolunda gidenlerin etkisi ve ateşi yavaşlamaya başlar başlamaz , derhal canlanarak devrim esaslarını ve onun içten izleyicilerini ve değerli ülkülerini mahkum etmek için fırsat beklerler. Bu fırsat eski yasaların varlığı ve eski hukuk esaslarının yürürlüğü ile ve eski anlayışını içten ve yürekten korumada inatçılıkla direnen yargıçların ve avukatların varlığı ile sağlanır'' …
‘'Büsbütün yeni yasalar yaparak eski hukuk esaslarını temelinden ortadan kaldırma girişimindeyiz. Ve yeni hukukun esasları ile alfabesinden öğrenime başlayacak bir yeni hukuk kuşağını yetiştirmek için bu kurumları açıyoruz. Bütün bu uygulamada dayanağımız , ulusun işe yatkınlığı ve yeteneği ile kesin istencidir. Bu girişimlerde arkadaşlarımız yeni hukuku , bizimle birlikte, sözünü ettiğim nitelikte anlamış olan seçkin hukukçularımızdır.''
Bütün bu girişimlerle Türk hukuk sistemi yeni bir döneme , çağdaş hukuk dönemine girdi . Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu'nun yürürlüğe girdiği ilk yıllarda Adalet Bakanlığı'na danışman olarak gelmiş olan hukukçu Sauber Hall ‘' Türkiye'de Avrupa Hukukunun Benimsenmesi'' isimli kitabında şu değerlendirmeyi yapmıştı: ‘'Türkiye'de gerçekleştirilmiş olan reformlar , bütün olarak ele alındıklarında da şaşırmamak olanaksızdır. İslam devletlerinin en güçlüsü, bin yıllık geçmişe varan töreleri, altı aylık bir sürede yürürlükten kaldırıyor. Tarih, hiç bir ülkede bu kadar köklü ve ani değişikliği örnek gösteremez. Bir ülkede ve bir toplum üzerinde yapılmış bundan daha cesur bir deneyim yoktur.'' (Turan III – I , 225).
19 Nisan 1926'da ‘'Türkiye Sahillerinde Deniz Nakliyatı ve Limanlarla Karasuları İçinde Sanat ve Ticaret Yapma Hakkında Kanun‘' -Kabotaj kanunu – TCBMM'de kabul edildi. Böylece Türk karasularında , Marmara'da ve Türkiye'deki nehirlerde ve göllerde gemi bulundurmak ve bunlarla ulaşım düzenlemek, ticaret yapmak hakkı yalnız Türk vatandaşlarına tanındı. Kapitülasyonlara bu konuda verilen ayrıcalıklar kaldırılmış oldu. 2 Ağustos 1926 gecesi Ege Denizi'nin açık sularında Midilli adasının 5-6 mil açığında yol alan kömür yüklü Türk Bozkurt gemisi Fransız Lotus gemisiyle çarpıştı. Bozkurt battı. Sekiz Türk denizcisi kayboldu.Bozkurt kaptanı Hasan ve Lotus süvarisi Desmons İstanbul'a getirildi. Ölenlerin ailelerinin şikayeti üzerine yapılan yargılama sonucunda Hasan Kaptan 4 ay hapis, Desmond 30 gün hapis ve 22 lira para cezası aldı. Fransa yargılamayı şiddetle protesto etti ve Desmond'un hemen salıverilmesini istedi. Türkiye ise davaya bakma hakkı olduğunu belirtti ve verilen Fransız notasını red etti. Konu Lahey Uluslararası Adalet Divanı'na gitti. Türkiye'yi Lahey'de İsviçre'de Kapitalüsyonlar konusunda doktora yapmış olan Adalet Bakanı M.E. Bozkurt savundu. Ve davayı kazandı. Böylece Fransa Türkiye'nin adli yetkisini kabul etmiş oldu. Hukuk konusunda yapılan devrimlerde büyük rol oynamış olan Mahmut Esat 1934 ‘de soyadı yasasının kabulünden sonra Bozkurt soyadını aldı.
Atatürk devrimleri Türk kadınlarını , o güne kadar Türk kadınına verilmeyen hakları vererek onu toplumda erkekle eşit düzeye getirdi. Ya da eşit düzeye getirmek için uğraştı. Tanzimat'la beraber kız çocuklarının okutulmasına ve bazı mesleklere kadınların da girmesine izin verilmişti. İlk kez 1839'dan sonra kız çocukları , eğer varsa, ilkokula (iptidai) ve ortaokula (Rüştiye) gidebiliyordu. Ebelik ve Öğretmenlik mesleklerine girebiliyordu. 1842'de Tıbbiye'ye bağlı Ebe Okulu açılmıştı. 1869'da Kız Sanat Okulu – İnas Sanayi Mektebi - 1870'de Kız Öğretmen Okulu (Darülmuallimat) eğitime başlamıştı. Kızlar için 1900'da açılan Üniversite'ye ( Darülfünun ) alınmadıklarından, 1914'de kızlar için bir üniversite (İnas Darülfünunu) açılmıştı.
İkinci meşrutiyetten itibaren kadın sorunları beş gurupta toplanıyordu (Turan III -I, 233): ‘'1)Giyim, kuşam ve örtünme (tesettür), 2)Evlenme, boşanma , özellikle de çok kadınla evlenme, 3)Kişi hakları: Kadınların da baba mirasından erkek kardeş gibi eşit pay alması, mahkemelerde tanıklıkta erkeklerle eşdeğer tutulması. 4)Kamuda görev alma, çalışma hayatına katılma olanaklarının arttırılması, 5)Siyasal alanda erkeklerle eşit haklara sahip olma. Seçme ve seçilme haklarının tanınması.''
Mustafa Kemal daha Birinci Dünya Harbi sıralarında Bitlis'ten Diyarbakır'a gitmeden bir gece önce 22 Kasım 1916 akşamında not defterine şunları yazmıştı: ‘' Saat 9'a (21'e) kadar KurmayBaşkanı ile tesettürün kaldırılması ve toplum hayatımızın düzeltilmesi hakkında sohbet: 1) Güçlü ve hayatı bilen anneler yetiştirmek, 2)Kadınlara serbestlik vermek. 3) Kadınlarla genelde birlikte hareket etmek, erkeklerin ahlakı, duyguları üzerinde etkilidir. Doğal bir eğilim olan karşılıklı sevgiyi kazanmak''. O, iki yıl sonra Karsbad'da tedavide iken de bu konu üzerinde düşünen Mustafa Kemal ‘'Bu kadın sorununda cesur olalım. ..Açılsınlar , onların dimağlarını ciddi bilimler ve tekniklerle süsleyelim. İffeti, fenni sağlık kurallarıyla açıklayalım. Onur ve haysiyet sahibi olmalarına birinci derecede önem verelim'' demektedir. (Turan III-I, 234).
Atatürk Devrimleri kadın konusunda Başbakan Malatya Milletvekili İsmet İnönü ve 191 arkadaşının verdiği önergeyi TBMM 5 Aralık 1934'de kabul etmiş , böylece kadına milletvekili seçilmek ve seçmek hakkını vermek suretiyle yeni ileri bir adım daha atmıştı. Bu sorununu Fransa'dan ve İsviçre'den önce çözmüştü. 8 Şubat 1935 seçimlerinde , TBMM'nin beşinci döneminde, 18 kadın milletvekili meclise girmişti.
Atatürk devrimlerinin en önemlilerinden birinin temeli de 17 Şubat 1923'de 1135 delege ile açılan İzmir İktisat Kongresi'nde Atatürk'ün yaptığı konuşma ile atılmıştı. ‘'Tarih , ulusumuzun yükselme ve gerileme nedenlerini ararken , bir çok siyasal , toplumsal ve askeri nedenler bulmakta ve saymaktadır. Kuşkusuz bütün bu nedenler toplumsal olaylarda etkendirler..Bir ulusun doğrudan doğruya hayatıyla ilgili olan , o ulusun ekonomisidir.. Tarhimizi dolduran zaferlerin ya da yenilgilerin tümü ekonomik durumumuzla ilişkili ve ilgilidir… Yeni Türkiyemizi yaraşır olduğu sağlam aşamaya ulaştırabilmek için, her ne olursa olsun, ekonomimize birinci derecede ve en çok önem vermek zorundayız. Çağımız tümden bir ekonomi döneminden başka bir şey değildir.. Tam bağımsızlık için şu ilke var: ulusal egemenlik , ekonomideki egemenlikle güçlendirilmelidir…Siyasal ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferle taçlandırılmazsa , elde edilen sonuçlar yaşayamaz..Bence halk dönemi, ekonomi dönemi kavramıyla anlatılır. Öyle bir ekonomi dönemi ki , ülkemiz bayındır, ulusumuz gönenç'e ulaşmış ve zengin olsun… Öyle bir ekonomi dönemi ki, artık ulusumuz insanca yaşanmasını bilsin.'' (Turan III- I , 256). Atatürk ordudan önce ekonomiyi düzenlemeyi , onu güçlendirmekle istemekle geçmişteki Osmanlı döneminden yine farklı bir yol seçiyordu.Onlar ekonomiden önce orduyu düzenleme ile uğraşmışlardı.
Saptanan ekonomik hedeflere ulaşmak için ne tam liberal bir ekonomi modeli ne de sosyalist bir ekonomi modeli seçildi. Karma ekonomi uygulandı. Serbest piyasa ekonomisine gerektikçe devletin müdahale etmesi ön görüldü. Özel teşebbüstde sermaye birikiminin olmadığı bir ortamda büyük sanayi yatırımlarının devlet tarafından yapılması planlandı. Bu karma ekonomi modeli 1950'lere kadar, genel anlamda , başarı ile yürütüldü. Kitabın III. Kısmında , Sanayi Devrimi anlatılırken bu konu üzerinde ayrıntılı olarak durulmuştur.