Balıkesir'e akraba ziyareti çerçevesinde Altı Eylül belediyesince düzenlenene Kitap fuarına da katıldım. Devamında bazı ilçelerde de fuar vardı ama katılmadım. Mezunu olduğum Necati Eğitim Fakültesi'nde sayın dekanın tensipleriyle bir konferans gerçekleştirdim.
Doğrusu, konferans, spontane geliştiği için kendime itimadımdan huzura ilgili metni hazırlamadan çıkıverdim. İrticalen konuştum. Konuşmamı özetle metne dönüştürerek kayıtlarda olmasını istediğimden klavyenin başına geçiverdim.
Konuşmamı iki bölümde sundum:
1 – Meslekî hatıralarım
2- Merak edilen “Bilim Önderleri “ kitabımın muhtevasından tanıtım mahiyetinde hikâyecikler sundum.
A – Sibernetik
B-Mikrop
C – Röntgen ışını
A-“Hoca camide” esprisi
“Hayat Bilgisi” adlı bir dizinin yayınlandığı günlerdi. Derslerimde, sık sık Konuşmak izni istemek için “Hocam!” diyen öğrencinin sesini duyanlar, koro halinde “Hoca camide “diyorlardı. Bu hal sıkça tekrarlandığından sağlıklı ders işleme imkânsızlaşıyordu. Bunu durdurmaya karar verdim. Verdim ama nasıl olacaktı?
Derslerime sözlüksüz gelmek önemli bir kusur sayıldığından herkes sözlükle gelirdi. Bunun çaresi sözlüktü.
“Hoca Camide ”nin son tekerrüründen sonra” Bir dakika çocuklar!” deyip dikkati çektikten sonra” Herkes sözlük çıkarsın” talimatı verdim. Sözlükler masa üstünde hazır. Sıra sıra gözüküyor.
Bilindiği üzere derslikler, Pencere kenarı, Duvar kenarı ve orta grup olmak üzere üç gruptan oluşurdu. Öğretmen, hoca, muallim kelimelerini gruplara paylaştırdım. Pencere kenarı! Siz “öğretmen. “ kelimesinin anlamını bulun. Orta tarafa, siz Hoca'nın anlamını bulun. Duvar kenarı, siz de “muallim kelimesinin anlamını bulun, hep beraber karşılaştıralım. Sözlükler açıldı, kelimeler bulundu. Grup sözcüleri açılamalar yaptılar. Üç kelimenin anlamdaş olduklarını anladılar. Birisi madem hoca, öğretmen demekmiş de niçin “Hoca camide” lafı dizilere geçmiş diye sorunca karınca kararınca açıkladım: Medresede, müderrisler, ders esnasında, ezan okununca dersin sonunda öğrencileriyle camiye gidip müderrisin imamlığında cemaatle namaz kılarlarmış. Toplum, buna alıştığı için hocanın namaz kıldırması kanıksandığından namaz kıldırana “imam “ yerine “hoca” kelimesi kullanılmaya başlamış. İmam, hoca olamaz belki ama hoca imam olabilir diye açıkladım.
Aslında, “Hoca” kelimesi tahfifen ve takbihen kullanılarak İslâm ile bütünleşmiş olan “hoca” kelimesi üzerinden yürünerek İslam'la alay edildiğini biliyordum ama şuncacıklara bunu söylemek neye yarardı.
B- Not ortalaması meselesi.
Bir gün ders bitiminde teneffüs esnasında, iki meslektaşım yanıma gelerek Lise son sınıfta okuyan x öğrencinin Türk Dili ve Edebiyatı dersinin ortalamasının bir puan yükseltilmesi sonucu okul birincisi olacağını söylediler ve yükseltmemi istediler. Bunun sebebi, o yıl, Üniversitelerin istenilen fakültesine 1.lik kazanan öğrencilerin sınavsız kayıt imkânı vardı. Maksat x öğrencinin b irinci olmasını sağlayıp istediği fakülteye girmesine sebep olmaktı.
Tabiatıyla sordum: İkinciliğe çekeceğimiz öğrenci kim? O da y isimli öğrenci dediler. Onlara, “X 'in memur çocuğu, Y'nin köylü çocuğu olması mı bu isteğin sebebi?” sorusunu sordum, makul bir cevap alamadım. “Kararım kesindir.” Bu uygulamaya katılmayacağım.” dedim ve katılmadım.
Sonuç: Hakkına tecavüz edilmek istenen “y” halen bir üniversitede, Çağdaş Türk Lehçeleri Profesörlüğü yapıyor. X de devlet memurluğu yapıyordu. Muhtemelen emeklidir.
C-“Türk çocuğu, ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır. M.K. Atatürk
Öğrenci ödevlerinin konusu ve yaralanacakları kaynakların adiyle sayfa numarası bile kendilerine verildiğinden ödevleri okumadan temizlik ve düzenine not verirdim. Nasıl olsa sayfaya bakıp aynısını yazacaklar derdim. Bir öğrencim, “Atatürk'ün Eğitim Anlayışı” konulu bir ödevi hazırlamış, üstelik bilgisayar çıktısı. Bilgisayarın ne işe yaradığını yetişkinlerin dahi anlamadığı bir zaman. Bu çıktı, dikkatimi çekti. Ödevi okumama sebep oldu. -“Türk çocuğu, ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır. M.K. Atatürk
Bu ödevde, aklımda kalan bir vecize daha vardı. “Maarifin vazifesi, hükümete memur yetiştirmek değildir.” Bu ta o zaman, apaçık bilinip kabullenilmesine rağmen hâlâ “Okusun da devlette bir işe girsin.” hükmü geçerliliğini sürdürmektedir. Çocuk, okusun da adam olsun. Adam olduğuna göre elbet bir iş bulup çalışır anlayışına hâlen ulaşabilmiş değiliz.
2- “Bilim Önderleri “ kitabımın tanıtımına dair
A – Sibernetik
B-Mikrop
C – Röntgen ışını
A-Sibernetik.
Sibernetik, çağımızın vazgeçilmezi. Bu çağa sibernetik çağı dense yeridir. Sibernetik (0) sıfır kavramına bağımlı ir konu. öyleyse bu mesele Harezmî(780-850) ile başlatılmalıdır zira sıfır kavramını hesap işlemlerine dahil eden Harezmî'dir. Sonrasında Ahmet Bin Musa'nın da katkısıyla Cezerî (1136-1206) sibernetik (bilgisayar) in icadına sebep ilk formülü keşfetti. Avrupalılar, buna itibar etmemekte direndiler ve İngilizler, Roger Bacon'ı(1214-1292) bu konunun kâşifi ilan ettiler, Fransızlar, Descartes (1596-1650)ve Pascal'ı(1623-1662) kâşif ilan ettiler. Almanlar da hepsini bir kenara itip Leibniz'i(1640-1716) öne sürdüler.
Peki, Türk gazeteci yazarlar, ne yaptılar? Cezerî'nin yolunu takip ettiği bilindiği halde, Cezerî'yi şu şekilde Leonardo da Vinci'ye (15 Nisan 1452 - 2 Mayıs 1519) benzetme garabetini gösterdiler. Cezerî'den söz ettiklerinde “Türklerin Leonardo'su “ dediler. Ne yaman bir çelişki. Türk çocuğunun bunları bilme hakkı engellendi ne yazık ki?
B-Mikrop
Mikrop, İbn-i Sina( 980-1037) tarafından keşfedildiği halde Louis Pasteur'ün (27 Aralık 1822, Dole, Fransa - 28 Eylül 1895)keşfettiği müfredatımıza bağlı kitaplarımızda apaçık yazılıdrır. Bati âlemi, İbn-i Sina'nın “Tıb Kanunu” isimi kitabını 600 yıl okuttukları halde mikrobu keşfettiğini mi bilmiyorlardı, yazık. Diğer taraftan İbn-i Sina, grek felsefesini batıya tanıtan filozotu. Demek ki batılılar, İbn-i Sina'yı bizden daha iyi tanıyorlar ama işlerine geldiği gibi davranıyorlar.
İşin başka yönleri de var elbet. İbn-i Hatib(1313-1374 isimli bir hekim, mikrobu ve tesirlerini iyice tanımış ki sağlık tarihinde ilk defa karantina uygulamasını başlatmış bir hekimdir.
İstanbul'un fethinin manevî Mimarı AK Semseddin(1389-1459)Mikrop sahasında da âlim biriydi. Kanser tedavisi yaptığı da bilinenler arasında.
Nedense biz, pastör'e ram edilmişiz. Ermenilerin iğvasıyla, Fransızların ,”Kızıl Sultan” dediği sultan 2. Abdülhamid Han'ın Pastör'e, laboratuvar çalışmalarını geliştirmesi için 800 akçe bağışladığını da kimse bilmez. Buna da yazık, diyelim.
C – Röntgen ışını
1895'te Wilhelm Conrad Röntgen (1845-1923) tarafından x ışınının kazara keşfedilmesinden hemen sonra tescili gerçekleşir gerçekleşmez basında yayılmasının arkasından Esat Feyzi (1874-1901)adlı bir askerî tıb talebesinin konuyu etraflıca inlemesinin sonucu, Tıbbiye hocalarından izin almak suretiyle laboratuvarlarda mevcut malzemeyi kullanarak Röntgen cihazının ilkinin icadının gerçekleşmesi sağlanır. 1897 Türk –Yunan savaşının yaralı gazilerinin bedenlerine saplanmış metal parçalarıyla kurşunların hâsıl olan kırık kemiklerin bu cihazla tespit edilip tedavi edildiği biliniyor ama meşhur olan paye sahibi Esat Feyzi değildir. Esat Feyzi'nin kabri Karaca Ahmet mezarlığındadır.
Esat Feyzi'nin vefat yılında(1901) Wlhelm Conrad Röngen'e Fizik dalında Nobel ödülü verilirken Esat Feyzi'yi anan bile olmaz. Hâlbuki Esat Feyzi'nin çalışmaları, İlk çekim bu röntgen görüntüleri, 1897'de Servet-i Fünun Dergisi'nde ve 1899'da Nevsali Afiyet Dergisi'nde yayımlanır. Nevsali Afiyet'i bilmeyiz ama Servet-i Fünun'u bilmeyen yoktur fakat bu mühim haberler okullarda konu edilmedi.
Konferans tarihi: 27/10/2022