Bu ahlâk sistemleri kararları yöneten kural ve ilkelere dayanır. Sonuçtan daha çok kullanılan, uygulanan kural ve ilkeler doğru kararın ahlâkî olma ölçüsünü sağlar. Bu kuramı geliştiren Immanuael Kant (1724-1804) ahlâkî görüşün anahtarı olarak iyi niyeti temel alır.
IMMANUEL KANT
Ahlâkî insan iyi niyetlidir. Kararının, sonucu ne olursa olsun doğru yöntemi kullanarak kararını verir. Onun için, görevini yapmaktan doğan eylemi, verdiği kararı ahlâklıdır. Kopya çekmeyen bir öğrenci görev duygusundan dolayı bu eylemi yapmıyorsa ahlâklı davranmıştır. Eğer öz çıkarı nedeniyle, yakalanmaktan korktuğu için kopya çekmemişse bu davranışı ahlâkî açıdan pek fazla değerli değildir Burada sorun iyi niyetli bir kişinin doğru şeyin ne olduğunu bilmesidir. O zaman sorun bu doğru şeyi nasıl bulabileceğidir. Kant'a göre bu insanlığın evrensel hukukunun kapsadığı akılcı davranıştır. Kant buna kategorik zorunluluk “categorical imperative” demektedir. Bu nedenle bu yaklaşıma Kant'ın diliyle “evrensellik” yaklaşımını da denebilir. (Hartman; 1998, 6) Varmak istediğimiz sonuçlara kurallar bizi sonuçtan bağımsız olarak götürülür. Örneğin kural “eğer hapse girmek istemiyorsan hırsızlık yapma” demez. Yalnız “çalma” der. Sonucu ne olursa olsun bu ifade bir kuralı tanımlar. Kant'a göre rasyonel kişi bu “kategorik zorunluluğa” uyar. Çünkü her kişide var olan “bağımsız, kendi kendine yasalaştıran bir istek” onun bunları formüle etmesini ve kendi kurallarını içeren bir sistem içerisinde hareket etmesini sağlar. Birey rasyonel özelliklerini geliştirerek doğruyu bulur ve doğru herkes için aynıdır. Kant'ın kuralları düşünme, vicdan, konuşma hürriyetini ve izin verme hürriyetini, kişilik haklarını kabul eder, tanır. Sorun kişinin hangi kuralları uygulayacağı noktasında ortaya çıkabilir. Örneğin konuşma hürriyeti ve kişilik hakları arasında bir çelişki olura ne olacaktır. Nasıl karar verilecektir. Bunun yanıtı görev duygusundan doğan ve aklın yönlendirdiği seçenek doğrudur, ahlâklıdır. Oysa gelenek ve yasaların gerektirdiği seçenek bu nitelikte olmayabilir.
Kant evrensel görev zorunluluğunu şöyle tanımlar;
“Hareketinizin, davranışının öznel ilkesi (maksim) sizin arzunuz yoluyla evrensel bir doğa yasası olacakmış gibi hareket edin.” (Kant; 1993). Kendimiz ve diğerlerine karşı görevlerimizi Kant şu örneklerle sıralar;
Birçok felaketler yaşadıktan sonra bir kişi artık yaşamanın bir anlamı kalmadığını düşünebilir. Fakat sahip olduğu aklı, canını almanın, kendine karşı olan göreviyle çelişkiye düşüp düşmeyeceğini irdeler, sorgular. Yaptığı hareketin öznel ilkesi evrensel bir yasa olabilir mi? Kendisine olan öz sevgisinden dolayı kişi hayatını kısaltmak isteyebilir: çünkü yaşamaya devam etmesi halinde iyilikten daha çok kötülüklerle karşılaşacak, bunlara tahammül edemeyecektir. Bu kendine olan öz sevgisi doğanın evrensel bir yasası, kuralı olabilir mi? Burada hayatın sürekliliği ilkesi ile, öz sevginin hayatı kısaltma ilkesi arasında çelişki vardır. Hayatı kısaltma, devamlılık isteyen doğa yasasına aykırıdır. Onun için bu öznel ilke (maksim) evrensel bir yasa, kural olamaz ve üstün görev anlayışına aykırıdır.
Bir kişi kendisini ödünç para isteme zorunluluğu içinde bulabilir. Mali bakımdan zor durumda olabilir. Ödünç parayı alabilmek için “bir süre sonra bunu geriye ödeyebileceği sözünü” vermek durumundadır. Aksi halde borç para alması olanaksızdır. Kendisi bu sözü vermeyi istemektedir. Fakat vicdanı rahatsızdır; çünkü içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan bu şekilde çıkış yolu kendine olan sorumluluğuyla çelişkilidir. Diyelim ki bu kişi gerekli sözü vererek ihtiyacı olan parayı elde etti. Onun öznel ilkesi (maksim) şöyle özetlenebilir: para ihtiyacım olduğunda geri ödeyemeyeceğimi bildiğim halde belli sürede bu borcu ödeyeceğime söz veririm. Kişinin toplam refahı, gönenci açısından bu durum uygun olabilir fakat sorun bunun doğru bir şey olup olmadığıdır. Sorun belki şöyle çözümlenebilir. Bu öznel ilke bir evrensel kural, yasa olabilir mi ve kendisi ile uyarlı bir nitelik taşıyabilir mi? Böyle bir davranışın evrensel bir kural olarak kabulü olanaksızdır; çünkü hiç kimse kendisine verilen fakat tutulmayan söze dayanıp diğerine ödünç para vermeyecektir ve hatta böyle bir istek alay konusu bile olacaktır.
Bir kimse eğer eğitilir, geliştirilirse kendine ve topluma çok faydalı olacak özelliklere sahip olabilir. Fakat içinde bulunduğu yaşam koşulları olduğundan bu özellikleri geliştirmeye gerek duymayabilir. O kendini şöyle sorgulayabilir: benim öznel ilkem, doğal yeteneklerimi ihmal etmek ve eğlenceye eğilimli olmak, benim kendime karşı görevimle çelişkili midir? İlkin çevresine baktığında bu şekilde yaşayan, hayatlarını zevk ve sefaya harcamaya eğilimli kişiler görecektir. Fakat bu yaşama şeklinin evrensel bir kural olmayacağını anlayacaktır. Aklını kullanan rasyonel bir kişi olarak, sonunda çeşitli amaçlarla bütün yetenek ve becerilerinin sonuna kadar geliştirilmesini arzu edecektir.
Bir kimse çevresindeki bir çok kişinin malî zorluk içinde olduğunu görülebilir, fakat kendi durumu çok iyi olduğundan onlara karşı duyarsız olabilir. Bu kişi çevresindeki yoksulluğa duyarsız olabilir. Bu kişi çevresindeki yoksulluğa duyarsız olmalı ve yalnız kendi maddi varlığını arttırmak için mi uğraşmalıdır? Diğerlerinden hiçbir şey almamalı ve hiç kimseye hiçbir şey vermemeli midir? Duyarsızlık bir evrensel doğa kuralı olursa onun sonucunda da sahtekarlık artar, insan hakları çiğnenirse toplum belki yaşamaya devam edebilir. Fakat bu ilke sonunda herkes için gerekli evrensel bir kural olmaktan çıkar, çünkü başkalarına karşı sevgi ve sempati duyma ilkesine aykırıdır. Kant'in verdiği bu örneklerde çeşitli durumlara dikkat çekilmiştir. Görevler ve onlara dayanan sorumlulukların esası olan ilke gösterilmiştir. Bu ilke pratik zorunluluk insanlara kendi ve diğerleri için daima yalnız basit bir araç olarak değil bir amaç olarak da muamele et, davran ilkesidir. Kant 200 yıl önce ölmüş olmasına karşın onun felsefesi bugünde güncelliğini korumaktadır. Onun felsefesi ve ahlâk görüşü üzerinde yoğun tartışmalar süregelmektedir. Kant'ın eylemin sonucunu hiç dikkate almadığı, bu nedenle de Kant etiğinin bir sorumluluk etiği olmadığı savunuluyor. Etiğin Kant'ta olduğu gibi insan varlığıyla sınırlandırılıp sınırlandırılmayacağı sorgulanıyor.
Etiğin insan merkezli mi yoksa canlı merkezli mi olacağı tartışmalarının bir yanında daima Kantçı görüşler yer almaktadır. “Kantçı düşüncelerin şu ya da bu şekilde yer almadığı bir etik tartışmaya rastlamak zordur. Bunun temelinde, onun görüşlerinin günümüz etiğine katkısının büyüklüğü kadar, onun etik sorunları etik fenomenlere dayanarak ele alması, daha açık bir deyişle, insan eylemlerinin yapısına fenomene uygun biçimde çözümlemesi ve eylemin genel geçerliliği (a priori) ile ilgili tartışmayı da doğru zemine oturtmuş olması yatmaktadır. (Tepe; 2004, 16-20)
Tepe'nin dediği gibi Kant etiğinden “metafizik özellikler olması nedeniyle bu etiğin dönüşüme gereksinimi ‘'vardır. Bu görüşte olanlar arasında Karl-Otto Apel ve J. Habermas gelmektedir. Diğer yandan küreselleşen etik sorunlarının Kantçı kuramla çözümlenemeyeceği görüşünde olanlar arasında Hans Jones yer almaktadır. Ayrıca Tepe, Kant etiğinin bütünlüğünden koparılarak anlaşılmaya çalışılması nedeniyle haksız eleştirilere uğradığını belirtir. Bunlara örnek olarak Schiller ve Benjamin Constant'ı gösterir ve Kant'ın pratik aklının sadece pratik niyetlerin hizmetine sunulmuş teorik akıl olduğu, Kant etiğinin tartışmalı iki dünya öğretisine dayandığı, bu nedenle eylemin birliğini kavrayamayacağı söylenegelmiştir. Yine Hegel'den bu yana onun öznel olduğu, tarihselliği bir yana bırakan bir salt "gereklilik etiği” olduğu ileri sürülmüş, Max Scheler ise Kant etiğini zihniyet (niyet) etiği (Gesinnungsethik) olarak niteleyerek Nietzsche ve Hüsserl'den hareketle onun formalist olduğunu savlamışlar-onun bu tezleri Nicole Hartman tarafından daha da ileriye götürülmüş, hatta (O. Höffe tarafından) Kant'ın ödev (görev) etiğinin “Prusya tarzı itaat” düşüncesinin sorumluluklarından birisi olduğunu da söylemiştir'' der.”
Bir ahlâk sistemini hak ve ilkelerle açıklamaya çalışan yalnız Kant değildir. MÖ. 551'de Konfüçyus insanların yaşamda uymaları gerekli bir çok kuralı ve öznel ilkeyi sıralamıştır. Buna şu örnekler verilebilir: (Smith; 1991, 150)
“Sana yapılmasını istemediğini sen başkasına yapma. Çabuk sonuçları ve küçük avantajları isteme. Çabuk sonucu arzu edersen son hedefe ulaşamazsın. Küçük şeylere saplanırsan büyük şeyleri başaramazsın.
Değerli bir kişiye rastlarsan ondan nasıl yararlanacağını düşün. Değersiz bir kişiyle karşılaşırsan kendi karakterini irdele.
Servet ve makamı insanlar arzu eder, eğer onlar doğru yolda elde edilmezse onlara sahip olmanın anlamı yoktur.
Herkese karşı nazik davran, fakat erdemli kişilerle dostluk kur.''
HIRSIZLARI FIRSATLAR YARATIR. FRANCİS BACON