Gerek kültürleri gerek inanış ve yaşam biçimleriyle ilgi çeken Kızılderililerin film, şiir, atasözü, öykü ve anekdotlarını severim.
Bugün, köşemi Kızılderili şiir, öykü ve anekdotlarına ayırdım.
İşte çok bilinen bir Kızılderili atasözü:
“Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam, paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”
Doğaya sahip çıkmamız gerektiği, bundan daha güzel anlatılamaz.
Peki, sonuç ne?
Doğanın katliamı hız kesmeden sürüyor.
Bir başka Kızılderili atasözü şöyle:
“Yanlışı gören ve önlemek için elini uzatmayan, yanlışı yapan kadar suçludur.”
Peki, buna uygun davranıyor muyuz?
Nerede?
Hep güçlünün yanındayız, genelde.
“Dur, dinle! Hep konuşursan, hiçbir şey duyamazsın” diyor, bir Kızılderili atasözü.
Dinlemeyi gerçekten hiç bilmiyoruz. Tabii ki, bu nedenle iletişim sorunu yaşıyoruz. Dinlemiyoruz ki, birbirimizi anlayalım.
İşte bir Kızılderili atasözü daha:
“Cevap vermemek, aslında bir cevaptır.”
Sonuç vermeyeceğini bilmediğim tartışmalara kesinlikle girmiyorum. Susma hakkımı sonuna dek kullanıyorum.
Genellikle Japon şiirlerinin kısa olduğu bilinir. Ama çok kısa ve etkili Kızılderili şiirleri de vardır.
Bakın, şu iki dizelik Kızılderili şiirine:
“Ağlama,
Ölmeyeceğim!”
Bir başka Kızılderili şiiri ise “Sen ve Ben” ismini taşıyor:
“Güneş doğmadan daha erkenden
Uyanır yüreğim benden önce
Anarım sensizliği çok derinden
Aklıma sen gelince”
İÇİMİZDEKİ KÖPEKLER
Yazıma, bir Kızılderili öyküsüyle son vereyim.
Yaşlı Kızılderili reisi, kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbirleriyle boğuşup duran iki köpeği izliyordu. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı. 12 yaşındaki torunu, kendini bildi bileli o köpekler, dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyaç duyduğunu ve renklerinin neden mutlaka siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık.
O merakla, sordu dedesine.
Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
“Onlar” dedi, “Benim için iki simgedir evlat.”
“Neyin simgesi?” diye sordu, çocuk.
“İyilik ve kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.”
Çocuk, sözün burasında, “mücadele varsa, kazananı da olmalı” diye düşündü ve çocuklara özgü bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
“Peki” dedi, “Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?”
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:
“Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem!”