Her şeyi biliyor! Futbol, basketbol, voleybol, yüzme, siyaset, felsefe, edebiyat…Durmadan anlatıyor, yazıyor, hem de çok bilgiç bir tavırla…Hayatında doğru dürüst bir kitap bile okumamış, Türkçenin kurallarından habersiz ama önemli değil!
“Her şeyi bilen(!)”, daha doğrusu bildiğini sanan insanları sevmiyorum. Zaten anlattıklarını dinlemiyorum, yazdıklarını okumuyorum. Dinleyenlere de hem acıyor, hem şaşıyorum.
Aklıma hemen bir Kızılderili atasözü geliyor:
“Dur, dinle! Hep konuşursan, hiçbir şey duyamazsın.”
Bilmediği konularda susan insanlara selâm olsun!
X X X
ANLAMSIZ UYGULAMALAR
Anlamsız yasaklara çok şaşırıyorum.
Örneğin şu arkeolojik kazı alanlarına giderek, kamuoyunu bilgilendirmek isteyenlere uygulanan prosedüre…”İlgili makamlardan izin al, sonra gel!” zırvalığı artık komik olmaya başladı. Haftalarca beklemek zorunda kalıyorsun, bir ören yerine gitmek için. Artık umurumda değil! İzin de istemiyorum, ören yerini görmek de! Gazetecilerin ören yerlerini ziyaretlerini zorlaştıranlar utansın!
X X X
AV, SPOR DEĞİL CİNAYETTİR!
“Tetiğe değil, deklanşöre bas!”
Kendini “avcı”, avı ise “spor” sayanlara karşı doğadaki hayvanların öldürülmemesi, fotoğraflarının çekilmesini öneren çok güzel bir slogan, “tetiğe değil, deklanşöre bas!”
Bir kez daha altını çizelim:
Av, spor değil, cinayettir!
Savunmasız bir hayvanı kurşunlamanın insan olmakla da ilgisi yoktur.
İşte bu nedenle avda yanlışlıkla kendilerini vuranlara da zerre kadar acımıyorum!
İnsan, doğadan uzaklaştıkça, kalbi katılaşır.
X X X
SİYASETİN TAKOZLARI
Siyasette kendilerini hâlâ vazgeçilmez sanan, yaşları 75'lere gelmiş kişiler gülünç olduklarının farkında bile değiller.
Utanmadan hâlâ koltuk peşinde koşanlardan biri, danışmanlık yaptığı işten para almadığını öne sürüyor. Diğeri de “Ne olur, ne olmaz. Bakarsınız, yeniden milletvekili, belediye başkanı oluveririm” hayalinden vazgeçmiyor. Önce kendisi için çalışıyor, olamayacağını anlayınca da bir başkasını destekleme görüntüsü veriyor. Yerseniz!
Şurası da bir gerçek ki, her ikisi de, bugüne dek oturdukları koltuklara kültür ve birikimleriyle değil, şanslarının yanı sıra çeşitli siyasi atraksiyonlarla ve bazı siyasetçileri kullanarak geldiler.
Bugün olduğu gibi hiçbir dönemde, “gençlerin önünü açmayı”, partilerinde ağabeylik yapmayı düşünmediler. “Rabbena, hep bana!” anlayışında oldular, hep.
“Siyasetin takozları” olup, milletvekilliği, belediye başkanlığı da yapan bu kişilerin, Bandırma için kalıcı, ciddi hiçbir hizmetleri de yoktur, ne yazık ki!
Ne diyelim, birçok insan, yirmi beş yaşında ölür ve yetmiş beşe kadar gömülmez!