Artık ‘Yasama, Yürütme, Yargı' kuvvetler ayrılığından söz edilemez. Türkiye dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi' adı altında ‘kuvvetler birliğiyle' yönetilen bir ülke. Yönetenlere göre ‘mucizevi' bir yönetim şekli, muhalefete göre ise ‘ucube' bir sistem. Bu yönetim anlayışında seçilen bir tek kişi her şeye karar verecek, ondan izinsiz hiçbir uygulama olmayacak, kararlarda olabildiğince hızlı alınacak.
Dün yargıya güvenmediği için dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı çıkan, birçok yargı kararını tanımadığını, saygı duymadığını söyleyen yönetenler yargıyı kontrol eder hale gelince, yargı eliyle muhalefeti bastırarak, siyasete şekil veriyorlar.
Kendi bakanlığına dezenfektan satan eski ticaret bakanı, 2,5 milyon dolarlık rüşvet iddialarına adı karışan milletvekili, adı rüşvet iddialarına karıştığı için istifa eden cumhurbaşkanı danışmanları, Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikalar Kurulu Üyeleri hakkında hiçbir işlem yapılmazken, CHP milletvekili Ali Mahir Başarır ve İYİP milletvekili Lütfü Türkkan'ın dokunulmazlıklarının kaldırılmak istenmesi; siyasetin üzerindeki yargı baskısıdır.
Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat davası, ileri yaştaki generallerin hala tutuklu olması, amiraller davası…
Görüşlerine katılıp katılmamak ayrı sayısız örnekler arasında AHİM kararlarına rağmen yıllardır tutuklu olan Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala davaları en çarpıcı örneklerdir.
İMAMOĞLUNA DAVA ÜSTÜNE DAVA…
Sevmediklerinden midir, siyasi rakip olarak çekindiklerinden midir yoksa İstanbul'u kaybetmeyi içlerine sindiremedikleri için midir bilmiyoruz kendileri biliyorlar ama Ekrem İmamoğlu ile uğraştıkları çok açık ortada.
İmamoğlu'nun dediğine göre Beylikdüzü döneminde müfettişler belediyeye karargah kurmuş, her icraatını an be an denetlemişler. Sonrası malum 3,5 yıldır iktidarın en büyük derdi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu oldu.
Önce ‘hiçbir şey olmasa bile mutlaka bir şeyler oldu' iddiasıyla YSK tarafından seçimler iptal edildi. Sonra İçişleri Bakanı Süleyman Soylu İmamoğlu'na ‘ahmak' dedi, aynı şekilde İmamoğlu ‘ahmak' sözünü bakana iade etti. İmamoğlu aksini iddia etse de YSK bunu kendisine edilmiş hakaret olarak saydı hakkında dava açıldı. Dava devam ederken davaya bakan hakime ‘siyasi yasak' getirmesi gerektiği yönünde baskı oluşturuldu, hakim ‘siyasi yasak' getirmeyi gerektirecek bir durum olmadığını söyleyince hakim başka bir ile sürüldü. Değişen hakim İmamoğlu'na ‘siyasi yasak' cezasını bastı. Cezayı veren hakim anında terfi ettirildi.
Yetmedi. Aynı uygulamaları yapan önceki AKP'li başkan Mevlut Uysal ile ilgili hiçbir işlem yapılmazken işe alınanlar üzerinden ‘terör' davası açıldı. Ahmak davasında verilen karar İstinaf ve Yargıtay süreci yetişmezse, devam eden ‘terör' davası işleme hazır halde ilerliyor…
Anlaşılan o da yetmedi. İmamoğlu hakkında 2015 yılına ait ‘'ihaleye fesat karıştırma'' suçlamasıyla, Beylikdüzü Belediye Başkanlığı dönemine ilişkin İçişleri Bakanlığı'nın ihbarı üzerine açılan davanın ilk duruşması 15 Haziran 2023'te Büyükçekmece Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülecek.
O da yetmemiş olmalı ki. Tuzla İleri Biyolojik Arıtma Tesisi'nin 3'ncü etap açılış töreninden yaşanan polemik sonucu, AKP'li Tuzla Belediye Başkanı Şadi Yazıcı'nın suç duyurusuyla soruşturma başlatıldı, kamu davası açılma istemini işleme koyan savcı İmamoğlu'nun yazılı ifadesini istedi. Neymiş İmamoğlu'nun ‘'O arkadaş'' ifadesi ‘'başlı başına bir aşağılama sözü'' olduğu ‘'halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama'' suçunu oluşturduğu öne sürülüyor.
İktidarın sürekli İmamoğlu'nu hedef haline getirmesi sonucu sosyal medyada ‘babası imam olmadığı halde İmamoğlu soy ismini' kullandığı için hakkında yeni dava açıldığı esprileri dolaşıma sokulmuş!
Bu anormal uygulamalar ne ki, seçimler yaklaştıkça akıl ötesi uygulamalarla karşılaşmak kimseyi şaşırtmamalı. Çünkü iktidar ve iktidardan ‘beslenen' iktidar sayesinde bir yerlere gelen, makam mevki sahibi olanlar iktidar gücünü elden bırakmamak için yargı dahil ellerindeki devlet olanaklarının tümünü kullanacaklardır.
Burada esas olan muhalefet bileşenlerinin hala durumun yeterince farkına varmamış olmaları. Hala her şeyin normal, olağan bir dönemmiş gibi, olağan yöntemlerle başarıya ulaşmayı düşünüyor olmalarıdır. Normal olmayan işin sonucu da normal olamaz!
Mesele sadece İmamoğlu da değildir, İmamoğlu sadece bir semboldür. İmamoğlu'na siyasi yasak getirilir veya görevden alınırsa, bugüne kadar sıkça iddia edilen ‘iktidar seçim kaybetse bile, teslim etmez, gitmez' algısının gerçeğe dönüşecek olmasıdır.