Vatandaşın devleti yanında görmek istediği zamanlar tam da bu zamanlardır. 6 Şubattan bu güne 11 ili kapsayan coğrafyada sayısını kesin olarak bilmediğimiz ve hiçbir zaman bilemeyeceğimiz on binlerce can kaybı, on binlerce yaralı ve milyonlarca çaresizlik içinde mağdur geniş bir kitle. Afet anından itibaren dil-din-ırk-cinsiyet fark etmeksizin ülke sınırlarını aşan yöneten iradenin sergilediği ‘örgütlü örgütsüzlüğün' aksine ‘örgütsüz örgütlü' hareket grupları, kitleler halinde deprem mağdurlarının imdadına koştu, çaresizliğine çare olmaya çalıştı.
Tam da bu zamanda olması gereken ‘örgütlü devlet yapısı' sahada tam anlamıyla olduğu söylenemez. Bir taraftan devlet iradesi olması gereken yerde olmadığı gibi olan sivil inisiyatif güçlerine sanki neden oradasınız ‘kendi başınıza hareket edemezsiniz, kendi bildiğinize göre yardım' edemezsiniz dercesine güya kendi organizasyonu altında örgütlemeye çalıştı! Yapılabildi, bütün ihtiyaç sahiplerine ulaşılabildi mi denirse maalesef ulaşıldığı, çaresiz insanlara yeterince çare olunabildiği söylenemez.
Mağduriyet yaşayan kitlelerin en tabi hakkı can havliyle ‘nerde bu devlet' demeleri, siyaset kurumunun örgütlü örgütsüz tüm yapılarında devlet adına yetki kullanan yönetenlerin eksikliklerini dile getirmesi, yapılmayanları sorgulaması, görev ve sorumluluk sahiplerine sorumluluklarını hatırlatmaktır. Yönetenler nasıl ki normal zamanlarda yöneten olmanın konforunu kullanıyor, üstünlük makamlarında olmanın avantajlarını kullanıyorsa, görev eksikliklerinin sorgulanmasından rahatsız olmamalıdırlar.
11 ildeki çaresiz tabloyu, enkaz yığınları başında kaybolan canlarını arayan insan manzaralarına, hala çözülemeyen çadır sorunları başta olmaz üzere can yakıcı sorunlara bölgeye gidemiyorsanız bile TV ekranlarında yüreğiniz dayanırsa görürsünüz. Tabi iktidara yakın TV'lerde değil. İktidar ve medyası yaptıklarını anlatarak başarı hikayesi çıkarmaya çalışıyor. Yönetenler ‘yapmak' için iktidardalar. Elbette yapacaklar, ya yapamadıkları! yapmadıklarını dile getirenlere hakaret ve kaba dil kullanmak, muhalefeti suçlamak değil, yapmadıklarını da yapabilmektir.
Yönetenlerin iddia ettiği gibi çadır-barınma sorunu düne göre azalmış, çözüm sağlanmış değil. Bölgede hala çok ciddi çadır sorunu devam ediyor. Yapılan kısmi çözümler öne çıkarılarak ‘asrın felaketi' denilerek yapılamayanların göz ardı edilmesi istenemez. Hiç bunun lami cimi yok yönetenler bu facianın altında kalmıştır. Sadece ‘arama kurtarma' beceriksizliği değil, organizasyonsuzluk, koordinasyonsuzluk başta olmak üzere benden olanlar ve olmayanlar ayrımı yapılmış, gönüllü STK'lardan, muhalefet belediyelerin cansiperane sahada olmalarından rahatsız olmuşlardır. Şimdi siyaset zamanı değil derken siyaseti insan canının önüne koymuşlardır.
BE AHLAKSIZ, BE NAMUSUZ, BE ADİ…
Anlaşıldı ki 150 yıllık yardım kuruluşu ‘Türk Kızılay'ı esas fonksiyonunu unutarak ticari bir şirket haline gelmiş, milletten topladığı yardımları bila bedel dağıtmayı unutup son günlerde çok kızılan AHBAP'a ve bazı STK'lara ücret karşılığı satarak ticari bir kuruluşa dönüşmüştür.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ‘Türk Kızılay'ın bölgede yeterince olmadığını, neden afetzedelerin yanında yeterince olmadığını sorguladığında…
Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘'Terbiyesi terbiyesizliğini bırakmaz. Çıkmış bir tanesi, Kızılay nerede diyor. Ne çadırını ne yemeğini görmedik diyor. Be ahlaksız, be namussuz, be adi…'' ifadeleriyle cevap verdi. Kızılay'a dönük sorgulamaya bu kadar tepki göstermenin nedeni Kızılay'ın ticari bir kuruluşa dönüşmüş olmasını örtme çabası mıdır, nedir?
SPOR SİYASETE ALET EDİLMESİN DİYENLER…
Sporu siyasetin aparatı haline getiren 21 yıldır iktidarda olanlardır. Bugüne kadar hiçbir kulübün iktidar veya muhalefet lehine veya aleyhine bildiri açıkladığı görülmemişti, artık bazı kulüpler iktidar lehine basın açıklamaları yapıyor. 2017 referandum öncesi sporculara ‘ben evet diyorum, sende evet diyor' musun, kampanyaları düzenletildi. Statlara maçlardan önce sürekli partili cumhurbaşkanının dev posterleri asılıyor.
Bütün bunlar spora siyaset karıştırmak olmuyor, seyircilerin maç esansında ‘hükümet istifa' demeleri spora siyaset karıştırmak ve maçların seyircisiz oynama gerekçesini oluşturuyor. Hani nerde kaldı demokrasi, düşünce hürriyeti, en temel anayasal protesto hakkı! Halktan kitlelerden bu kadar mı çok korkuluyor, iktidar halktan bu kadar mı koptu!
Beşiktaş, Fenerbahçe taraftarına kızan, Fenerbahçe taraftarının maça girişlerine yasak koyan iktidar Bursaspor-Amedspor maçında ‘görünmeyen devletin' simgesi beyaz Toros ve yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım posterlerinin açılmasına ne diyecek, o posterler, yabancı maddeler istenmese stada girebilir mi? Acaba planlı bir ‘kaos' planı statlar üzerinden mi planlamaktadır, nedir?
Olanları kınaması, görevi kitleleri provoke edecek olayları önlemek olan iktidar ortağı Devlet Bahçeli'nin olanları tasvip etmesi endişe eden kitlelerin endişesinin artmasına yol açmaz mı?