Sevgili okurlarım,
Uluabat Gölü çevresini daha önce görmüş, çok sevmiştim. Size, güzel yurdumuzdan, güzellikler sunmak geldi içimden.
Leylekler kuş cennetlerine bu yıl da geldiler. Göçmen kuşların Anadolu'da, üremek için seçtikleri ne çok yer vardır! Kuşların, her türlü çevre kirliliğine karşı, topraklarımızı terk etmeyişleri, geleceğe olan umudumuzu tazeliyor.
Uluabat Gölü çevresindeki köylerde, sokak lambalarını taşıyan direklerin üzerindeki leylek yuvaları, gölün yeşil sularına, pembe ılgınlara, söğütlerin nazlı salınışlarına masalsı bir hava katıyordu.
Göl üzerindeki adada Gölyazı Köyü'nün, antik kent Apolyont kalıntılarına, çevredeki sazlıklardan yükselen kuşlar, yıllardır içten bir bağlılık duygusuyla konuyorlar.
Göl çevresindeki çay bahçelerinde hafta sonu yorgunluğunu atan insanlar, köy kadınlarının yaprak sarmaları, ıspanak börekleri, gözlemeleri ile çaylarını yudumluyorlardı.
Sandallarla gölde gezen gençlerin neşeli sesleri, tarım işlerinden yorgun köy sakinlerine, beğenilmenin mutlu dinginliğini veriyor.
Gezginlerin pusetlerinde uyuyan bebekleri, açık havanın, güneşin besleyici zenginliği ile biraz daha büyüyorlardı.
Köy evlerinin taş duvarlı küçük bahçelerinde sardunya, gül, mor zambak, şakayık, mor salkım ve karanfillerin parlaklığı göz alıyor. Hele bu parlaklık yağmur sonrası olursa…
Yunanistan'dan gelen turistlerin yüzlerindeki tebessüm çevrenin cennet görüntüsünün yansımalarıydı… Anadolu Rumlarının torunları, hangi duygularla bakıyorlar “eski topraklara” kim bilir? Dedelerinin, ninelerinin özlemle anlattığı bu büyülü toprakları görmek için gelenler, çevreyi gözlerine ve hafızalarına kaydetmek isteyerek, dört yanı gözden geçiriyorlar. Özlemin dili olsa da yürekte birikenleri tüm açıklığı, sıcaklığı ile anlatabilseler!
Göl sularının derinliği 1-2 metre kadar. Gölün suyu çok killi olduğu için bulanık görünüyor. Plankton ve su canlılarının çokluğu, göçmen kuşların üreme mevsiminde yavrularını beslemelerini kolaylaştırıyor.
“Halil adası” çevresinde suyun derinliği 10 metreye varan tek bir çukur var. Uluabat Gölü'ne su taşıyan dereler yer altı ve göl suyu dengesini sağlıyor. Göl çevresinde sulama tarımı yapılıyor. Soğan, patates, sebze ekili alanların dışında zeytinlikler ve incir bahçeleri geniş ovanın diğer zenginlikleridir.
Gölde 21 balık türü var. En çok turna, sazan, yayın balıkları ve kerevit avlanıyor. Göl çevresindeki köylerde balıkçılık kooperatifleri kurulmuş.
Soyları tükenmek üzere olan küçük karabatak ve tepeli pelikan kuşları, burada soylarını sürdürebiliyorlar. Balıkçıl, sarı meke, kaşıkçı, karabatak ve pelikanlar, kuş cennetinin asıl sahipleri. İnsanlığın bu güzel mirasının korunması da bizim en kutsal görevimiz.
Yurdumuzda en çok “Beyaz Nilüferlere” sahip olan yer, Mustafa Kemal Paşa Çayı'nın göle döküldüğü Çayağzı'ndadır. Göl çevresindeki nilüferlerden başka kıvırcık su sümbülü, tilkikuyruğu gibi su bitkileri de sazlıkların süsüdür. Su samuru, çakal, tilki, porsuk, tavşan göl çevresi hayvan zenginliğidir. Yaban hayat, çevre insanlarının bilinçli davranışları, doğayı koruması sayesinde özgürce yaşamaya devam ediyor.
Uludağ Üniversitesi'nin başlattığı LEYLEK ŞENLİĞİ, çeşitli atıklarla göl çevresinin kirletilmemesi ve göçmen kuşların Uluabat Gölü'ne her yıl gelmeleri, kanat şakırtılarının dinmemesi için başlattığı çok anlamlı bir etkinliktir. Bu etkinliğin yurt dışında da tanıtımları sürdürülmektedir.
Yol boyu gördüğümüz sarı hardal çiçekleri, kırmızı gelincikler, sarı düğün çiçekleri, mor ebegümeci ve mavi peygamber çiçekleri, Anadolu çavdarları, göl suları üzerindeki adalarla birlikte gönül açan, göz dolduran zenginliklerdir.
Apolyont antik kenti kalıntıları ve çatısız, yalnız taş duvarın dördü kalmış Rum kilisesi de Uludağ Üniversitesi'nin koruması altında. Kilisenin çerçevesiz penceresinden içeriye giren erguvan ağacının çiçekli dalları, antik taş duvarın güzelliğini pespembe bir buluta döndürmüş. Yere dökülen çiçekler, erguvan halısının taş üstünde nakışları olmuştu. Bu ilk görüşümüzün görüntüsü. Daha sonra antik kilise bir tiyatro sahnesi ve salonuna sahip oldu. Burada gösteriler yapıldı.
Kilisenin çok yakınında bir de “Yazarlar Evi” var. İsteyen yazarlar burada kalıp düşledikleri eserlerini yazabilirler. Doğayı gözlemek, düş kurmak için çevre çok zengin bir görselliğe sahip. Nilüfer Belediyesi konuk yazarların ağırlanması ile ilgileniyor.
Kilise çevresindeki evlerin bahçelerinde zeytin, erik, elma, ayva ve nar ağaçları, gönlünce dallarını birbirine sardırmış, yaprakların gölgesinde marullar, maydanozlar, naneler, soğanlar yeşermişti. Duvar kenarlarında hanımeli, pembe gül, mor zambaklar alabildiğine açmıştı. Evlerin pencerelerinde sardunyalar, pembeden kırmızıya yeşil yapraklarının arasından renk cümbüşüne katılmıştı. Asmaların taze filizleri arasından üzüm salkımlı tomurcukları seziliyordu. Kuşlar, arılar çiçeklerden çiçeklere dolaşırken onların tadını, kokusunu taşıyarak doğadaki en önemli görevlerini yerine getiriyorlardı.
Kuş cennetlerinin, yurdumuzdan geçen göçmen kuşlar için olduğu kadar bizim için de çok yaşamsal değeri var. Toprak, su, hava kirlenince geri dönüşü olmayan çok kıymetli bir kayıptır. Doğanın dengesi, aslında bizim dengemizle doğrudan bağlantılıdır.
Kuş seslerinin, kanat şakırtılarının güzel topraklarımızdan eksilmemesi için tüm insanlığın, bu değerli mirası “Kuş Cennetlerini” gözümüz gibi korumak da bizim kutsal görevimizdir.