Atilla İlhan’ın “O mahur beste çalar müjganla ben ağlaşırız” dizelerini sizler de bilirsiniz. Tahmin ediyorum ki en azından Ahmet Kaya’dan yorumunu
dinlemişsinizdir.
Bu dizede “mahur” bir makam adıdır. Ancak bu makam şen, şuh, neşeli ve gönlü ferahlatan sert bir makamdır. Oysa şair bu makamı dinledikçe müjgan
ile karşılıklı ağlamaktadır. Sadri Alışık’ın “Ah Müjgan Ah” filmini de hatırlarsak, müjganın zamanında şair ve yazarlara çok dert olduğunu söyleyebiliriz. Ancak
Atilla İlhan’ın bu dizelerinde müjganın anlamı biraz farklıdır. Burada müjgan Farsça bir kelime olup anlamı “kirpik” demektir. Yani ağlayan özneye eşlik eden
onun kendi kirpikleridir. Bir başka ifadeyle yalnızlığıdır.
İnancımıza göre “Yalnızlık Allah’a mahsustur.” Ancak şöyle bir çevremize bakarsak modern dünyanın insanı yalnızlığa mahkum ettiğini de söylemek
yanlış olmaz. Çünkü;
Yalnızlık; birçok insan için yaşadıklarından kaçış, kendi içine kapanış ve çevresi ile tüm bağlarını koparıştır.
Yalnızlık; çoğu zaman acı çekmemek için susmak, konuşmamaktır.
Dolayısıyla yalnızlığın iki türü vardır. Bunlardan birincisi insanın kendi başına yalnız kalışı iken; ikincisi ise kalabalıklar içinde yalnız oluşudur. Franz
Kafka yalnızlığını “ Benim yalnızlığım insanlarla doludur.” şeklinde ifade eder.
Türkçe Sözlükte “Kimsesizlik, kimse bulunmama durumu, ıssızlık, tenhalık” olarak tanımlanan yalnızlık; edebiyatın da ana temaları arasında olmuştur.
Birbirinden farklı birçok şair ve yazar insanın yalnızlığı üzerine çok şey söylemiştir. Peki, sadece şairler mi hisseder yalnızlığı? Elbette değil. Okurları da onların
dizelerinde ki o ince sızıyı derinden hissederler.
Özdemir Asaf der ki,
“Mutluluğun gözü kördür
Yalnızlık sağır.
Ondandır biri tökezleyerek yürür
Öbürü uykusunda bile bağırır” der.
Necip Fazıl’ın “Kaldırımlar” şiiri, modern insanın kalabalıklar içerisindeki yalnızlığını, bireyin korkularıyla birlikte işlediği en güzel yalnızlık şiirlerinden
biridir. Şair bir başka şiirinde ise “Yalnızız, beşikten, tut, tabuta kadar yalnız / Ülfet, kara yalnızlık madeninde bir yaldız” derken dünyaya yalnız geldiğimiz gibi
yalnız gideceğimize vurgu yapar.
Necatigil ise yalnızlık temalı bir şiirinde “İnsansız caddelerde / Yağmurlarla dolaşmak / Yorar bu zayıf vücudu” derken hüzünle demlenmiş yalnızlığını
–her ne kadar biz bugünlerde gerçekleştiremiyor olsak dahi- caddelerde dolaşma eylemi aracılığıyla aktarır.
İnsan yalnızlığını gittiği her yere götürüyor olmalı ki Cemal Süreyya “Ben hangi şehirdeysem / Yalnızlığın başkenti orası” diyor dizelerinde…
Cahit Sıtkı Tarancı’ya göre yalnızlık kanat germiş bir kartaldır:
“Geniş siyah gölgesi hayatımı kaplayan
Tepemde kanat germiş bir kartaldır yalnızlık
Kalp çarpıntılarıyla günleri hesaplayan
Bir benim, benim olan bir masaldır yalnızlık.
Yüz liralık banknotların arkasındaki resmi hatırlarsınız. (Şu anda cebinizden çıkarıp baktığınızı düşünüyorum.) Bu resim Klasik Türk müziğinin en başta
gelen ustalarından biri olan Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi’ye aittir. Çiçekçilikle uğraştığı için “Itri” mahlasını alan Mustafa Itri Efendi’nin “saltanatlı tekbir”
olarak bilinen teşrik tekbirlerini “Beni kimse rahatsız etmesin” diyerek çekildiği üç günlük bir “yalnızlık” zamanında bestelediği söylenilir. Dolayısıyla yalnızlık
özel ve farklı bir üretimin ilham kaynağı olduğu gibi bu kaynak hem olgunlaşmanın hem de huzurun sır yumağıdır.
Kendimizle baş başa kaldığımız şu pandemi günlerinde ben de size “yalnızlığınızın” ilham kaynağınız olmasını diliyorum.
Bu bağlamda şimdi Atilla İlhan’ın dizelerini Ahmet Kaya’nın yorumundan dinlemeye ne dersiniz?
Kendi müjganlarımızla birlikte!...