ANASAYFA GÜNDEMSİYASETMANŞET HABEREKONOMİSPORRÖPORTAJLAR YAZARLAR KURULUŞ KÜNYE İLETİŞİM

06.05.2020

DÜNYADA GÖRÜLMÜŞ BÜYÜK BULAŞICI HASTALIKLAR (1)

COVID-19 salgınının Çin’in Hubei eyaleti Wuhan kentinde Aralık 2019 tarihinde başlamasının ardından, hızla dünya geneline hızla yayılarak bir pandemi şekline dönüştü.

Bu yazıyı hazırladığım zaman itibariyle, Dünyada 27 Nisan 2020 tarihinde COVID-19 tanısı almış olgu sayısı 2.995.757, ölüm sayısı 207.021 olarak verilmiştir. 1 Türkiye’de ise aynı tarihte toplam enfekte olgu sayısı 110.130, ölenlerin sayısı 2.805 kişi olarak bildirilmiştir.

Bulaşıcı hastalıkların oluşturduğu pandemiler, insanlık tarihi kadar eski bir sorundur. Bu tarihsel döngüyü bilmeden COVID-19 pandemisinin etkilerini ve geleceğini anlamak mümkün olamaz.
İşte, tam bu noktada tıp tarihçilerinin asıl görevi ortaya çıkmaktadır: Doğrusunu anlatmak, bilgilendirmek ve bilinçlendirmek…
 

Epidemi-Pandemi Nedir?
Bulaşıcı hastalıklar ortaya çıktığında epidemi veya pandemi şeklinde bir seyir izler.
Epidemi; bir topluluk veya bölgede görülen salgın, pandemi ise; bir çok ülkede veya kıtada epidemilerin yaygın olarak görülmesi şeklinde tarif edilebilir. Epidemi terimi, Hippokrakes (M.Ö. 5.yy) tarafından genellikle güncel ve yaygın olan bir hastalığı tanımlamak için kullanılmıştı. Ayrıca Hippokrates, epideminin belirli bir yerde veya zamanda veya yılın belirli bir mevsiminde hastalığa veya hastalık tipine karşı genel bir duyarlılık anlamına geldiğini ifade etmişti. Bu konuya verdiği
önemi, ona atfedilen eserlerinden birisine “Epidemikler” başlığını vermesinden anlıyoruz. 
Günümüzde salgınlar genellikle sabit bir seyir izler ve COVID-19 gibi pandemik bir seviyeye ulaşmaz. Halen devam etmekte olan COVID-19 salgınının bu kadar hızlı yayılmasında, virüsün bulaştırıcılık özelliğinin yüksek oluşu ve bulaşma yolları açısından yakın bireysel temasın ve damlacık yolunun önemli rolü vardır. Bu nedenle hastalık, Çin’in belli bir bölgesinde epidemi şeklinde görülmesine karşın, ülkelerarası seyahatler neticesinde kısa sürede tüm dünyaya yayılış göstererek pandemi haline dönüşmüştür.
Tarihte hastalık kavramı hakkındaki görüş
Tarihsel süreç incelendiğinde, birçok eski toplumda hastalıkların nedeni hakkındaki genel yaklaşım; insanların ruhların ve Tanrıların/Tanrının gazabına uğraması veya kötü ruhların tesiriyle hastalığın oluşmasına ilişkindir. Bu geleneksel yaklaşımın batıda Ortaçağın sonuna kadar devam ettiğini biliyoruz. Doğuda ise, o dönemin Rönesans’ı yaşanmaktaydı ve İbn-i Sînâ’nın da belirttiği gibi, hastalıkların ortaya çıkmasında gözle görülmeyen küçük varlıkların etkisinden bahsedilmekteydi. Batı
dünyası Rönesans’a geçiş yaptıktan sonra, doğudaki bu fikirlerin desteklendiği ve hastalıkların sebepleri üzerine yoğunlaşıldığı görüldü. Ancak yine de tam anlamıyla belli bir hastalık etkeni saptanması için 17 ve 18. yüzyıldan itibaren bu canlıları gösteren merceklere dayalı mikroskop’un geliştirilmesi gerekiyordu. Talihsiz olan durum, eski batıl inanışlar ve yaklaşımlar sebebiyle, geçmiş yüzyıllarda bulaşıcı hastalıklardan ölenler, hiçbir zaman hastalıklarının nedenine ilişkin doğru bir
veriye sahip olamadılar. 
Tarihte görülmüş bazı epidemiler ve pandemiler
 M.S. 165-180’de Antonine salgını (Bu salgının çiçek veya kızamık hastalığı olduğuna inanılmaktadır-yaklaşık 5 milyon ölüm olgusu)
 M.S. 541-542’de Justinian vebası (Etken Yersinea pestis, fareler pireler üzerinden, yaklaşık 30- 50 milyon ölüm olgusu)

 1347-1351’de bubonik veba (kara ölüm) salgını (Etken Yersinea pestis, fareler pireler üzerinden, bu salgının Avrupa nüfusunun tahmini olarak %30 ila 50’sini yok ettiğine değinilmektedir – Dünya geneli toplam 200 milyon ölüm olgusu)
 1520’den bugüne kadar gelen Çiçek hastalığı (Etken Variola major virüs, yaklaşık 56 milyon ölüm olgusu)
 1629-1631’de görülen İtalyan Vebası (Etken Yersinea pestis, fareler pireler üzerinden, yaklaşık 1 milyon ölüm olgusu)
 1817-1923’de kolera pandemisi (Etken Vibrio cholerae, yaklaşık 1 milyondan fazla ölüm olgusu)
 1918-1919’da İspanyol gribi (Etken H1N1 virüs, domuzlar üzerinden, Dünya nüfusunun 1/3’nün bu hastalığa yakalandığı ve yaklaşık 50 milyon insanın öldüğü tahmin edilmektedir)
 1957-1958’de Asya gribi (Etken H2N2 virüs, 1,1 milyon-bazı kaynaklarda 2 milyon ölüm olgusu)
 1968-1970’de Hong Kong gribi (Etken H3N2 virüs, yaklaşık 1 milyon ölüm olgusu)
 1981’de başlayan ve halen devam etmekte olan HIV/AIDS (Etken virüs, Şempanzeler üzerinden, 25-35 milyon ölüm olgusu)
 2002-2003’de SARS (Etken Coronavirüs, yarasalar ve misk kedisi üzerinden, 916 ölüm olgusu)
 2009-2010’da Swine Influenza Virus (Etken SIV/ H1N1 virüs, domuzlar üzerinden, 200.000 ölüm olgusu)
 2014-2016’da Ebola (Etken Ebola virüs, vahşi hayvanlar üzerinden, 11.000 ölüm olgusu)
 2012’den günümüze kadar gelen MERS (Etken Coronavirüs, yarasalar, develer üzerinden, 866 ölüm olgusu)
 2019’dan günümüze kadar gelen COVID-19 (Etken Coronavirüs, yarasalar, pangolinler üzerinden, 207.021 ölüm olgusu) 6 7 8 9
Bazı pandemiler hakkında bilgiler
 

Veba
Tıp tarihinde 1347 vebası olarak da bilinen hastalık, tâûn, black death/kara ölüm, bubonik veba (hıyarcıklı veba) gibi ifadelerle tanımlanmıştır. Veba, eski çağlardan beri bilinen bir hastalıktı.
Eski Yunan döneminde görülen, yaklaşık 100.000 kişinin öldüğü M.Ö. 5.yüzyıl Atina vebası buna örnek olarak verilebilir. Hastalığın tedavisi veya yapılması gerekenler hakkında dönemin usta hekimlerinin, özellikle Hippokrates’in bir şey söylememesi, sadece vebanın girdiği yerlerin yakılarak terk edilmesini
önermesi, hastalığı gizemli bir hale getirmiştir. Hippokrates gibi İbn-i Sînâ da veba hakkında bir tedavi yöntemi önermemiş, ancak hastalığa ilişkin bazı bilgilere Kanun isimli eserinde yer vermiştir: “Yaz sonu veya sonbaharın başlangıcında yıldız kaymaları çok olur. Sabah rüzgarlar güneyden eser, hava
sıkıntılıdır, yeryüzünde sis vardır. Yağmur yağacağı his edilirse de yağmaz, hava değişerek kuru bir hal alır. Böyle havalardan sonra kış fena olur. Yaz vebası ise daha kötü olur. Veba olacağı yıllar kurbağalar çoğalır, böcekler artar, fare gibi toprak içerisinde yaşayan hayvanlar toprağın yüzüne çıkarak sersem sersem dolaşırlar.” Veba, kara ve deniz ticaret yolları boyunca kısa sürede yayılmış, kitle ölümlerinin olması sebebiyle toplumlarda büyük korkuya neden olmuştur. Veba pandemisi Avrupa’da edebiyattan sosyal yaşama kadar pek çok şeyi etkilemiştir. 
Bu dönemdeki durumu en iyi tanımlayan, günlük yaşamı anlatan ve halk ağzıyla yazılmış, toplam 100 öyküden oluşan Giovanni Boccaccio’nun (1313-1375) Decameron isimli eseridir. Eser, bu salgına tanık olmuş yazarın gözlemlerini içerdiğinden, hastalığın boyutlarının anlaşılması için kaynak niteliğinde sayılabilir. 
Dönemin tarihçilerinin aktardığına göre, vebadan ölenlerin sayısı o kadar çoktu ki, ölülerin gömülmesine yer olmadığı için cesetler açıkta istiflenmiş veya denize atılmıştı. Şehirlerdeki ağır ölü kokusu dayanılır gibi değildi.
1347 vebası Hindistan ve Güneybatı Rusya’dan batıya doğru hızla yayıldı. Kırım’ın güneydoğusundaki Caffa şehri Tatarlarca kuşatılmasına rağmen, hastalığa yakalanan Tatar ordusunun toplu halde ölmesi sayesinde kurtulmuşlardı. Ancak asıl felakete neden olan, geri çekilen Tatarların vebadan ölen askerlerin cesetlerini sapanlarla şehre atmalarıydı. Bulaşıcılık ve bulaştırma kavramlarının o dönemlerde anlaşılmış olduğunu gösteren bu yaklaşıma rağmen, salgından korunma
yolları bilinmiyordu. Gröndland’a kadar bütün Avrupa’yı saran veba sebebiyle bir yıl içerisinde Avrupa nüfusunun dörtte biri kaybedildi. Hastaların %70’i 5 gün içinde ölüyordu. O dönemde hastalığın Tanrı’nın bir laneti olduğunun kabulünün yanında, astroloji ile ilişkilendirilmesine de çalışıldı. 20 Mart 1345’de Jüpiter, Satürn ve Mars’ın uyumsuz dizilişinin bu salgına neden olduğu ileri sürüldü. Veba’nın bu hızlı ilerleyişi acizlik, yalnızlık ve korkuyu beraberinde getirdi. Hastalığa çare bulmaya çalışan hekimler mümkün olduğunca kendilerini çürüyen cesetlerin ve boşalan hıyarcıkların kötü kokusundan koruyan, içinde sirke ve hoş kokuların bulunduğu uzun gagalı maskelerden, uzun pelerinli elbiselerden, hastalara dokunmadan bakmak için bir değnekten yararlandılar.
Hastalığın kara ölüm şeklinde nitelendirilmesinin sebebi, hastalarda solunum yetmezliği, dissemine intravasküler koagülasyon (DIC) sonucunda hastanın vücudunda belli bölgelerde deri renginin koyu mor, siyah bir hal alması ve ölümün bu genel görüntüyle gerçekleşmiş olmasındandır 1347 vebasının başlamasıyla hastalığın önlenmesine ve etkisinin azaltılmasına yönelik bazı yeni fikirler ortaya çıktı. Bunlardan birisi karantinadır.
Karantina terimi, 14. yüzyıl vebası sırasında Adriyatik’te Venedik’in karşısında bulunan Ragusa’da limanlara yanaşacak gemilerin bulaşıcı hastalığı getirme endişesini önlemek için açıkta önceki yaklaşıma göre 30, sonra ki yaklaşıma göre ise 40 gün boyunca bekletilmesi prensibinden ortaya çıktı. Kelimenin kökeni İtalyanca 40 gün anlamına gelen “quaranta giorni” ‘ye dayanmaktadır. 
14. yüzyıl vebasının siyasi ve ekonomik çalkantılara eşlik eden farklı sonuçları olmuştur.
Kitlesel ölümler sebebiyle kısa süre içinde yoğun nüfus kaybı yaşanmıştır. Kent nüfuslarındaki azalmalar köy ile kent arasındaki ekonomik ilişkileri durma noktasına getirmiştir. Ekonomik yetersizlikler sebebiyle aç ve çaresiz kalan köylülerin kentlere göç etmesiyle araziler bakımsız ve başıboş kalmış, göç etmeyip orada kalanlar bunların sahibi olmuştur. Bu büyük el değiştirmenin sonucunda bu bölgelerde refah seviyesini artıran gelişmeler yaşanmıştır.
14. yüzyıl vebası etkisini kaybettikten sonra bir süre görülmemiş, fakat belli ülkelerde belli zaman dilimlerinde yeniden ataklar göstererek salgın olma karakterini yinelemiştir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda da görülen veba salgınlarından önemli bir tanesi 1778’de görülendir. Kaynaklara göre 1773-1778 yılları arasında görülmeyen veba nihayetinde Ocak 1778’de Galata’da ve İstanbul’da aynı anda ortaya çıkar. 1784-1787 yılları arasında veba tüm imparatorluğa yayılmış vaziyettedir. 1778’de vebaya yakalanan İstanbul halkının üçte biri ölürken, 1781’de 80.000 nüfuslu Selanik halkından her gün 300 ölüm, 1783’de Saraybosna’da 16.000 ölüm,1784’de İzmir’de
günde 300-400 ölüm, 1785’de Akka nüfusunun yarısı kaybedilmiş, 1787’de Halep’te günde 1400 ölüm görülmüştür. Osmanlı imparatorluğunda görülen bu salgının kökeni hakkında bilgi yoktur. Ancak yaşanmış ölüm olgularının yüksekliği önemlidir. 


Bu yazı 425 defa okundu.


Yorumlar


Ad Soyad E-Mail
GÜNDEMSİYASETMANŞET HABEREKONOMİSPORRÖPORTAJLAR YAZARLAR ARŞİV

KONUMUMUZ

Altıeylül / Balıkesir

ADRES

Altıeylül Mah. Çiğdem Sok. İnaler İş Mrk.No: 8 1/1 Altıeylül / Balıkesir
MND Ajans
©2020 | Tüm Hakları Saklıdır
MND Ajans