Hayvanları çok severim. Ama ah o kediler yok mu?
Kedilere “nankör” diyenler vardır. Asla doğru değil! Onlar, özgürlüklerine bağlıdır. Kendilerini sevenlere “kul-köle” olmazlar. Onları sadece kendileri istediklerinde seversiniz.
Henüz ortaokulda okuyan bir çocuktum. O yıllarda çok uygulanan acımasız bir yöntemle, belediyenin sokak hayvanlarını “itlaf” ile görevlendirdiği kişi, bir sokak köpeğini zehirlemek istemişti. Hayvan, can çekişiyordu. Babam ve ağabeyimle birlikte hayvana önce yoğurt yedirip, sonra veterinere götürerek yaşamasını sağladığımızda onun gözlerindeki minnet ifadesini ve duyduğum mutluluğu unutamam.
Çocukluğum, kediler arasında geçti. Sobayla ısıtılan evimiz, gece yarısı soğuk olurdu. Ağabeyimle yatağımıza ya “sıcak su kesesi”ni, ya da “Tekir”i alırdık, ısınmak için. Her ikimiz de kediyi tercih etmek istediğinden, dönüşümlü uygulardık bu yöntemi.
Bugün ise “Duman”ımız var, ailemizde. Evimizin sevgi yumağı ve neşe kaynağı. Veterinerdeki aşılarını ve düzenli gerçekleştirilmesi gereken kontrollerini hiç aksatmam.
Halamların bir Van kedisi vardı. Adı “Tarzan” olan iri yarı bir kedi. Mahallemizde çok sevilirdi.
Çocukluğumdan bu yana bilirim, bizim evdeki yemek atıkları asla çöpe gitmez. Onlar sokak hayvanlarınındır.
Bandırma'nın sınırları içinde yer alan Kuşcenneti Millî Parkı, çocukluğumdan beri hep ilgimi çekmiştir. Daha sonraları, gazetecilik mesleğine başlamama paralel şekilde Kuş Cenneti'ndeki canlılar hep ilgi alanımda oldu. Kuş Cenneti'nde yaşayan kuşların beslenme alanı, cennetin hemen eteklerinde yer alır: Kuş Gölü(Manyas Gölü)
Bu gölde ve Kuşcenneti'nde 266 tür kuşun yanı sıra 118 bitki, 23 balık türü ve çeşitli sürüngenler yaşar. Şiddetli kış dönemlerinde, yiyecek bulamayan Kuş Cenneti Millî Parkı Şefi Kâmil Seyhan'ın, sırtındaki çuvalda taşıdığı yemleri ve sobanın üzerinde karları ısıtıp eriterek yaptığı suları buzlu yollardan geçerek, “Cennet”teki canlılara “hayat öpücüğü” sunmasını hiç unutmadım. Yine soğuk bir kış gecesinde, bir pelikanın, Kuşcenneti'ndeki görevli evinin kapısını gagasıyla çalarak içeri girmek istediğini, eve aldıkları bu canı, çaylarını bile paylaşarak 4 gün konuk edip, zorlu kış koşulları geçtikten sonra doğal ortamına bıraktıklarını anlatmıştı, Kâmil Seyhan…
Kuş Cenneti denilince aklıma gelen olaylardan biri de “güme”dir. Vicdansız kişilerin oluşturduğu bu “cinayet odaları”nda avcılar değil, “eli tüfekli” kişiler, kuşları katlederdi. Kuşların beslendiği Kuş Gölü'nün(Manyas Gölü) içinde, doğal ortama uygun ve içinde saatlerce kalınacakmış şekilde, yiyecek ve içecekler de konularak döşenirdi, gümeler. Oda şeklindeki gümenin, tüfeğin gireceği şekilde bir deliği de olurdu. Kuş, gümeye yaklaştığında patlayan tüfeğin sesi, bir ağıta dönüşürcesine yankılanır, gölde ve ağaçlardaki kuşlar havalanırdı, bir anda. Şef Kâmil Seyhan, bir gün bizi de yanına alarak, her biri evin odası gibi döşenen bu gümeleri yakarken ne kadar mutluyduk! Yasak olan gümelerinin yandığını gören kişiler, uzaktan seyretmek zorunda kalmıştı.
Bandırma-Erdek karayolunun yanında, 2020 yılının ilk ayında, 3,5 dönümlük bir alanı kapsayan “Unutulmuşlar Kasabası” vardı. Haluk Kenanoğlu, daha önce viranelik, bataklık durumundaki bu yeri kiralayıp, “can”lar için yaşam alanı durumuna getirdikten sonra şiddet görmüş, işkenceye, cinsel istismara uğramış, ezilmiş, incitilmiş, horlanmış “can”ları bir “hayvan çiftliği”nde bir araya getirmişti. 60 dolayında köpek, ördek, hindi, kaz, güvercin gibi 230 kanatlı hayvan, bir at, bir oğlak, dört kaplumbağa, bir kirpi ve bir de fındık faresi. Kendilerini özel hissetmeleri için her hayvanın birer ismi de var, tabii ki. 10 yıl boyunca taş taşımış, geldiğinde kaburgaları ezik, bacaklarında keser ve çivilerle yapılmış delikler bulunan ata “Zigana” adı verilmiş. Geldiği gün ayaklarındaki nallar çıkarılmış. Hâlâ terk edilme korkusu yaşıyor. Annesini emememiş “Yağız” isimli oğlak özgürce dolaşıyor. Her köpeğin ayrı bir ismi var, “Toprak”, “Hayat”… Konya'da, kesilmek üzereyken getirilip, “Toygar” adı verilen hindi. Ördekler, kazlar, kendileri için yapılan küçük havuzda mutlu. İşte bir yaban kazı, buraya uçarak gelip yerleşmiş, kısa süre sonra mutlu yaşaması için ona eş bile alınmış. Çiftlikteki her hayvanın kendisine özgü ayrı bir öyküsü bulunuyor. Buradaki “can”ların yaz sıcaklarında girmeleri amacıyla konteyner bile var.
Ama insanlar acımasız. Sokak hayvanlarını, sırtındaki çuvallarla getirerek, “Unutulmuşlar Kasabası”na atanlar var. Ama buranın kapasitesi de çiftliğin sahibinin de maddi-manevi gücü sınırlı. Kim dinler ki? Demir sopalarla dövüldükten sonra çiftliğe atılan köpeği yeniden ayağa kaldıran Haluk Kenanoğlu, “can”ların yaşadığı hastalıklar sırasında öncelikle kendi olanaklarını zorlayarak, ya da hayvanseverlerin desteğini alarak veterinerlerin yolunu tutuyor. Kurtarılan her “can” mutluluğu oluyor, yitirilenler ise yüreğinde acı…
Bir gün, hastalanan çiftlik köpeğini veterinere kendi çocuğuyla birlikte götürür, Kenanoğlu. Köpek, “kanlı ishal”dir ve yaşamsal tehlikesi vardır. Gerçekleşen tedavisi ve operasyonun başarılı olmasının ardından, çocuğunun, ağlayarak, “Ben de veteriner olacağım, baba!” sözlerini hiç unutmuyor, Haluk Kenanoğlu.
“Unutulmuşlar Kasabası”nda yaşayan “can”lar mutlu ve umutlu ama çiftliğin sahibi Haluk Kenanoğlu, hep diken üstünde. Çünkü kendisine ciddi bir ekonomik destek gelmiyor, birkaç hayvansever kişi ve kuruluşların dışında. Buradaki hayvanlar için her gün en azından iki çuval kuru mama gerekiyor. Kenanoğlu, “Bunu mutlaka sağlamak zorundayım. Gözünün içine bakan hayvana, ‘Bugün yiyeceğin yok. İdare et' diyemezsin. Onları aç bırakamazsın” diyor.
Tabii ki, “can”ların hastalıklarında da müthiş bir üzüntü ve tedirginlik yaşıyor, Haluk Kenanoğlu. Ama veterinerlere de minnet duyuyor. “Allah'tan, mesleklerine gönülden bağlı veterinerlerimiz var. Hastalanan canlarım, benim çocuklarımdan farksız. Hastalandıklarında veya operasyon gerektiğinde onların kapısını çalıyorum, hemen. Çoğu, durumumu bildiklerinden ya ücret almıyor ya da az bir ücretle yetiniyor. Onların hakkını hiçbir zaman ödeyemem” diye konuşuyor. Çiftliğinde hastalanan her hayvan, uykularını kaçırıyor, Kenanoğlu'nun. Tedavi veya operasyon için götürdüğü her hayvan için veterinerlerin kapısından hiç ayrılmıyor. Hele ki tedavi ve operasyon olumlu sonuçlanır ve “can” kurtulursa, değmeyin Haluk Kenanoğlu'nun keyfine! Ama ya tersi olur ve “can” kaybedilirse…İşte o zaman adeta yüreği kan ağlıyor. Uzun süre ağzını bıçak açmasa da diğer canları üzmemek için acısını yüreğine atarak, diğer “can”larına sarılıyor, yine…Hemen yeniden koşuyor, yapay havuz da yaptığı çiftliğindeki hayvanların yanına…
Ancak sıkıntıları bir türlü bitmiyor, Kenanoğlu'nun. Kenanoğlu'nun çabasıyla bataklıktan hayvanlar için barınağa dönüştürülüp, elektrik bile getirilen yerin sahipleri, bu yeri satacakları bahanesiyle “Unutulmuşlar Kasabası”nı yok ediyorlar. Uzun arayışlar içinde, Bandırma Belediyesi'nin de desteğiyle yeni bir yer buluyor, Kenanoğlu.
Geçtiğimiz günlerde Kapıdağ'da yıllar sonra ilk kez “foto kapan”larla saptanan ayı görüldü. Bal kovanlarını yiyen ayı, bal üreticilerinin yanı sıra bölgedeki diğer üreticileri ayağa kaldırdı. Oysa Kapıdağ'ın, yarımada olmadan önce, ada durumundayken ismi “Arktonnesos”, yani “Ayı Adası”…Yani Kapıdağ, aslında doğal yaşamda bulunan hayvanların evi. Ama biz insanlar, doğada tanrılığa soyunduk! Tüm doğayı kendi malımız sanıyoruz. Balıkçılar bile “Yunuslar, benim balıklarımı yiyor” diyor. Peki, deniz nereden senin malın oluyor? Denizlerimizdeki balık soyunu bilinçsiz avlanmalar nedeniyle kim tüketti?
“Sportif avcılık” aldatmacası altında, doğadaki korunmasız hayvanların canlarını alıyorlar. Oysa her canlının doğal yaşama, ekosisteme katkısı var. Hangimiz, avcıların vurduğu kekliğin, tavşanın, karacanın etine gereksinim duyuyoruz?
Sevgiyi unuttuk, sevgiyi...
“Unutulmuşlar Kasabası” da yok artık. Yerin sahibi, bu sevgi ve güven yuvasını kiracısını buradan çıkararak, yok etti. Yeri de daha çok para için satışa çıkardı. Oysa onlar, “Tanrının dürüst kulları”…İnsanlar yalan söyler ama hayvanlar asla…Tek bir istek ve beklentileri var. Sevgi, daha çok sevgi…
“CAN”ların bu isteklerine yanıt vermek bu kadar zor mu?