15.06.2020
NERGİS
Elimdeki paketten tuzlu ve tatlı kurabiyeleri kızıma uzattım.
“Senin için iki tür kurabiye aldım. Bakalım beğenecek misin?”
“Meyve aldınız mı anne, çok susadım?”
“Aldık. Meyve suları da aldık. Sana sürprizimiz var. Balıklı sandviçler bu pakette.”
“Baba, kent plânında Graz (Gratz) Parkı çok yakınımızda. Doğa Müzesi'nde
mineralleri göreceğiz derken çok yorulmuşuz. Müzeler açılıncaya kadar parkta dinleniriz.”
Böylece parka gitmeye karar veriyoruz. Biz bunları konuşurken, yakınımızdaki bir
genç kadın, bizi dikkatle dinliyordu. Küçük oğlunun elinden tutup bize yaklaştı. Biraz ürkek,
cesaretini toplayarak sordu:
Çok duru bir Türkçe ile sordu:
“Abla, memleketten mi geldiniz?”
“Evet.”
“Ben görümcemin işten çıkmasını bekliyorum. Saat on ikide yemek molası verirler.
On dakika kaldı. Biz de yiyeceklerimizi parkta yemeyi düşünmüştük. Bekleyin de beraber
gidelim. Görümcemle de tanışırsınız.”
Bu arada Diyarbakır'dan Avusturya'ya geldiklerini, kendisinin yirmi beş yaşında
olduğunu, Almanca bilmediği için iş bulamadığını ve sadece kocasının çalıştığını
öğreniyoruz. Oğlu üç yaşında ama ne Türkçe ne de Almanca biliyor!
“Ben, çocuğumla bütün gün küçük evimizde kapalıyım tam bir yıldır. Para sıkıntısı
yüzünden Almanca kurslarına da gidemiyorum. Çok sıkılınca böyle görümcemle
buluşuyorum. Parka gidiyoruz. Park cennet gibi bir yer. Oğlum da bol bol oynuyor.”
Görümcesi Nergis, Nadide'nin tersine kendine güvenen, güleç ve mutlu bir kadın. Hep
birlikte tren yolunu geçip parka giriyoruz. Bu bir park değil, kuş cıvıltıları ve çiçek kokuları
içinde koyu gölgeli bir orman! Çimenlerin üzerinde okuyan, dinlenen gençler var. Banklarda
yorgunluk gideren yaşlı insanlar... Bir çeşmede buz gibi sularla elimizi, yüzümüzü yıkadık.
Bu arada Avusturya'nın her yerinde, Alp dağlarının karlı suları musluklardan içiliyor.
Banklara oturduk. Yiyeceklerimizi birbirimize vermeye çalışıyoruz. Kızım
fotoğraflarımızı çekiyor yeni arkadaşlarımızla. Arkadaşlarımız değil, şimdi bizim
konuklarımız oldular. Konuştukça ürkekliklerinden sıyrılıp daha da rahatladılar.
Nergis bir halı mağazasında çalışıyor. Almanca'yı geldiği yıl gece kurslarında
öğrenmiş. Sığınmacılara ücretsiz verilen kurslardan kocasıyla birlikte yararlanmış.
“Çocuklarım okula gidiyor. Almanca'yı iyi konuşuyorlar, dersleri başarılı. Burada
üniversiteye göndereceğim. Kızım doktor olmak istiyor.”
Ben en çok merak ettiğim, karşılaştığım Türklerin hemen hepsine sorduğum sorumu,
Nergis'e de soruyorum:
“Avusturyalılarla komşuluk yapabiliyor musunuz?”
“Türkler'den daha güzel komşuluk yapıyoruz. Ben işteyken çocuklarımı evine alan,
arabasıyla bizi kentin dışındaki süpermarketlere götüren Avusturya'lı bir komşum var. Bizim
arabamız olmadığını biliyor, her zaman biz istemeden yardım ediyor sessizce. Aradığımız
komşuluğu onlarda bulduk.”
“Evinize gelirler mi? Siz onlara gidebiliyor musunuz?”
Nergis yine güleç yüzle cevaplıyor:
“Bize istekle geliyorlar. Biz onlara gidince içki içmediğimizden, bizi ağırlayabilmek
için evlerine çay bardakları ve çaydanlık aldılar. Bizim için çay demliyor, kek ve pasta
veriyorlar yanında.”
Yine merakla sorularıma devam ediyorum:
“Çocuklarınız onların çocuklarıyla arkadaşlık yapabiliyor mu?”
“Dil sorunu olmadığı için güzel anlaşıyorlar. Zaten aynı okullara gidiyorlar. Tatillerde
yüzme havuzlarına beraber giderler. Bisiklete binerler.”
Nergis'e merakla soruyorum:
“İşinden memnun musun? Kazancın iyi mi?”
“İşimden memnunum, onlar da benden. Halıcılık için İstanbul'da kurslara bile
gönderildim. Bu konuda vazgeçilmez eleman oldum. Ama şimdi yaşlılar evinde daha yüksek
ücretle iş buldum. Bu hafta başlıyorum. Fakat bir sorun var: Huzurlu değilim.”
“Nedir seni üzen sorun?”
Nergis, sıkıntıyla başını iki yana salladı. Gözleri buğulandı:
“Yaşlılar evindeki işim gece. Çocuklarım gündüz okuldayken ben evde olacağım. Ben
işime gidince çocuklarım evde olacak. Kısacası çocuklarım güzel okusun diye çok para
kazanmak istiyorum. Çocuklarımla paylaşamadığım saatler, bu istek için ödediğimiz en ağır
bedel olacak. Verdiklerimiz mi değerli, aldıklarımız mı? Bu sorunun cevabını tam
bulabilseydim içim rahat olurdu!”
Biz de bu soruların cevabını tam olarak bulamadık. Kırık dökük teselli eden ve onların
gurbet ellerde insanlarla barışık, çalışma kararlılığı içindeki tutumlarını yüreklendiren
konuşmalar yaptık. Aslında içimize yine siyah hüzünler doldu.
Şu duvar kerpiçtendir,
Giden gün ömürdendir.
Feleğin bir kuşu var,
Pençesi demirdendir.
Bu yazı 530 defa okundu.