Türkçemiz, çok sağlam, sağlıklı bir dildir. Tahkir edenler de tekbir edenlerde işin asıl kısmında değiller. Bir nesne olduğu gibi tanınır ve kabullenilirse o derece kullanılışlı hale getirilir. Aksi hüsrandır. Bu iddiamızı dört kelimelik bir cümle ile ispata çalışalım. Daha doğrusu ispata muhtaç değil, açıklayalım.
Cümlemiz, çok açık ve herkes tarafından bilinen bir gerçeğin anlatımıdır. 1-Fatih İstanbul'u 1453'te fethetti. Bu cümle, fetih işinin yılının önemsendiğini belirtiyor. 2- Fatih 1453'te İstanbul'u fethetti. Bu cümle, Fethedilen yerin önemsendiğini bildiriyor. 3-1453'te İstanbul'u Fatih fethetti. Bu cümle ise Fetih işinin kimin eseri olduğunu önemsetiyor. Kelimelerin cümle içindeki yerleri değişince, cümlenin anlamı da değişiyor. Daha anlaşılır bir örnek üzerinden gidelim.1 – Ben dün okula gittim. Bu cümlede, gidilen yer önemsetiliyor.2-Ben okula dün gittim. Bu cümlede, zaman önemsetiliyor. 3-Dün okula ben gittim. Bu cümlede ise gitme işini gerçekleştiren önemsetiliyor. Bu özelliğin diğer dillerde olduğunu sanmıyorum, sadece İngiliz dilinden örnek verebileceğim. Diğer dillerin yapısını bilmediğimden kısa kesmiş olacağım.
İkinci grup cümlelerin çevirisi olması sadedinde İngilizceden örnek vereceğim. “I went to school yesterday.” Üç kelimelik bir cümle. Bu cümlenin kelimeleriyle Türkçemizdeki gibi işlem yapmamız mümkün değildir. Okuyucumuz, bildiği diller ile bu kıyaslamayı yapabilir. Gerçek gün gibi ortada. Dilimizi küçümsememeliyiz. Elbette başka medeniyetlerin ürettiği nesnelere, onların isim vermesi çok doğaldır. O nesneye, en uygun ismi, o medeniyeti inşa edenlerin vermesi, nesnenin evsafının onlar tarafından bilindiğinden doğru bir isim verilmiş olur. Yanlışlık, yabancı bir ürünü halka tanıtmadan, ona masa başında uygun olmasa da bir isim takmaktır. Halk tanıyınca, işlevini anlayınca, derhal isimlendirir. Buna Trajik komik bir örnek vereyim. Bir Çiftçi vatandaş, traktörü sürmeyi zar zor öğrenmiş. Bir gün, köyünden başka bir köye traktörü ile gitmiş. Gittiği köyün yolunda, iki aracın yan yana geçmesinin mümkün olmadığı bir darlık varmış ve ilerisinin geniş olduğunu bilmesine rağmen ilerisi gözükmüyormuş. Dar yola girmiş girmesine lâkin karşıdan ne gelse göremiyor, çarpışmak kesin. Geri de dönemiyor, duramıyor da duramama sebebini metnin içinde hemen yazacağım. Dar yola girdi bir kere, yapacak bir beceri yok. Durdurmayı da bilmiyor, sadece düz, boş geniş yolda sürebiliyor. Çare yok. Bilirsiniz, traktör yerine “motor” kelimesi daha sık kullanılır. Dar yeri yarılamış, kaza olmasından korkarak başlamış bağırmaya. Kim duyacak? Motorun gürültüsü zaten yırtıyor havayı. “Hey! Kaçılın yoldan! Vallahi motorun durduracağını bulamıyorum.” narasıyla göğü yırtıyor. Diyeceğimi anladınız. Fren, kelimesini, o korku ve telaş içinde Türkçeye farkında olmadan tercüme edivermiş. İşte böyle isimlendirilir. Demek ki fren, kelimesinin Türkçesi, durduracak” mış. Başka işlerle de karışacağından endişe ederseniz araç durduracağı da diyebilirsiniz. Hâlâ çözümlenmemiş bir mesele var. Yerli malının kıymeti hâlâ yok. Bu da zihinlerimizin şartlandırılmış olmasındandır. “Dış güçlerin oyunu” deyince de alay konusu oluveriyor. Alaya alınacak bir şey yok. “Her şeyi ecnebiler icat eder” mantalitesi yerleşince böyle oluyor. Milletimizin has evladının icatlarıyla bile alay eden, mercimek beyinlileri de görmedi değil bu millet. Akıbetimiz hayrola.