Etkin pişmanlık, iftiralar ve bir vicdan çağrısı
İstanbul'un tutuklu belediye başkanı, ülkenin umudu, ailesine ve dostlarına dönüp diyor ki:
“Hiçbirinizin çocuğunun geleceği benim özgürlüğümden daha kıymetsiz değil. Gerekirse düzmece iftiranameleri imzalayın. O yükü ben taşırım.”
Bu sözler yalnızca bir liderin duygusal çıkışı değil; içinde bulunduğumuz dönemin adalet anlayışına bir haykırış, bir meydan okuma, bir vicdan çağrısıdır. Ekrem İmamoğlu'nun Silivri'den yükselen bu cümleleri, hem adalet sistemimizde "etkin pişmanlık" adıyla yer alan hukuki müessesenin nasıl kullanılabildiğini, hem de insan onurunun hangi sınavlardan geçirildiğini yeniden düşünmemize vesile oluyor.
Etkin pişmanlık: Hukukun meşru yüzü mü, şantajın araçsal hali mi?
Etkin pişmanlık, Türk Ceza Kanunu'nda açıkça yer alan ve örgütlü suçlarla mücadelede kullanılan meşru bir uygulamadır. Suçtan pişman olan kişiye, adalete yardımcı olması durumunda ceza indirimi ya da bağışıklık tanınabilir. Hukuken gerekli, yerinde ve işlevsel bir düzenlemedir.
Ancak asıl mesele, bu düzenlemenin ne şekilde kullanıldığıdır. Ne yazık ki son yıllarda özellikle siyasi davalarda bu yasanın bir “tehdit aracına” dönüştüğü iddiaları kamuoyunda sıkça yer bulmaktadır.
İfadeler bir avukat huzurunda değil; bazen karanlık odalarda, bazen “çocuğuna yazık olur” diyen memurların gölgesinde alınıyor. İnsanlar korkutuluyor, sindiriliyor. Böylece yasaların özü değil, korkunun pratiği hayata geçiriliyor.
Vicdanı bastırmanın yeni aracı: Çocuklar
İşte tam da burada İmamoğlu'nun sözleri çarpıyor yüzümüze. Çünkü burada sadece hukuktan değil, insan vicdanından ve ailesinden söz ediyoruz.
“Onurunuzu, haysiyetinizi, ailelerinizi ve evlatlarınızı koruyun.”
Bu cümle, adeta bir babanın, bir dostun, bir liderin dualı cümlesi gibi... Çünkü bugün birilerinin önüne konan o “iftiranameler”, sadece bireyi değil, ailesini de hedef alıyor.
Çocuklarıyla tehdit edilen bir insanın özgürce ifade verdiği söylenemez. O imza, sadece bir kâğıda değil, yüreğe atılmıştır. Ve o yükü, adaletsizlik taşır.
Adaletin yükü adil olmalı
İmamoğlu'nun "Ben o yükü taşırım" sözünün alt metni, belki de şu sorudur:
“Bu ülkenin adalet sistemi, vicdanla mı yürüyor yoksa korkuyla mı?”
Etkin pişmanlık bir kanundur. Ama onun uygulanma biçimi bir adalet ölçüsüdür.
Ve ölçü bozulursa, kantar sapar. Kantar saparsa, suçla suçsuz ayırt edilemez hale gelir.
Bugün etkin pişmanlık, ne yazık ki bazı dosyalarda bir “itiraf elde etme aracı” olarak kullanılmakta.
İnsanlara, “İtiraf et kurtul” değil, “İftira et kurtul” dedirtiliyorsa; bunun adı adalet değildir. Bu, adaleti araçsallaştırmaktır.
Çünkü gerçek pişmanlık, baskıyla değil, vicdanla doğar. Vicdanı susturup iftirayı konuşturarak adalet sağlanamaz.
Bu yalnızca bir dava değil, bir ülke meselesidir.
Bugün yaşananlar, sadece İmamoğlu'nun şahsı üzerinden okunamaz. Çünkü bu dava; memurun, öğretmenin, doktorun, iş insanının, hatta sade vatandaşın da davasıdır.
Herkesin bir çocuğu var. Herkesin bir geleceği var. Ve herkesin omuzlarında taşıyabileceği bir onur var.
İşte İmamoğlu'nun çıkışı, o onuru korumak için bir "vicdan siperi" olmaktır.
“Gerekirse o yükü ben taşırım” demek, sadece siyasi cesaret değil; insanî, ahlaki ve toplumsal bir görevdir.
Bugün bir yasa, doğru yerde ve doğru amaçla uygulanmazsa; yarın hiçbir yasa güven vermez.
Etkin pişmanlık, bir kurtuluş yolu değil; bir vicdan testi olarak karşımıza çıktı.
Ve İmamoğlu'nun sözleri, bu testte bir saf tutma çağrısıdır.
Evet, hiçbir çocuğun geleceği, bir siyasetçinin özgürlüğünden daha kıymetsiz değildir.
Ama hiçbir baskı, adaletin onurunu ayaklar altına almayı da haklı çıkarmaz.
Bu yük, sadece İmamoğlu'nun değil. Bu yük, hepimizin omuzlarında.