Türkiye'de siyaset, ekonomi ve hukuk alanında yaşanan gelişmeler, yalnızca gündemi değil; toplumun ruh halini, gelecek beklentilerini ve bireysel güven duygusunu da derinden etkiliyor. Tarihin derin sayfalarına baktığımızda, farklı sözler ve uygulamalarla şekillenen bir tabloyla karşılaşıyoruz. Bugünse, geçmişin umut dolu cümleleriyle bugünün acı gerçekleri arasındaki uçurumu daha net görmek mümkün.
Bir zamanlar çay simit hesabıyla işçi ve emekçinin hakkını savunma sözü verilen bu topraklarda, bugün ekonomik darboğaz derinleşiyor; hayat pahalılığı, özellikle dar gelirli vatandaşların omuzlarına ağır yükler bindiriyor. Emeklilere yapılan zamlar ise çoğu zaman, enflasyonun acımasız gerçekleri karşısında cebine girmeden eriyip gidiyor. Gençler, umutsuzluk içinde, daha iyi bir gelecek hayaliyle yurtdışına yöneliyor; ülkedeki yaşam, onları kucaklamaktan giderek uzaklaşıyor.
Adaletin temel taşlarından biri olan hukukun üstünlüğü ve bağımsız yargı ilkeleri ise hâlâ tartışma konusu. Her vatandaşın düşüncesini özgürce ifade edebildiği, hak arayışının engellenmediği bir ortam, demokratik sistemin olmazsa olmazıdır. Ancak güncel tartışmalar, yargılama süreçlerinde kullanılan (duydum, bana öyle dediler, tahmin ediyorum... gibi) delil yöntemleri ve uygulamaların toplumda kaygı yaratmasına yol açıyor. Bu noktada, hak temelli, şeffaf ve adil bir yargı mekanizması, sadece bireylerin değil, demokrasinin de temel güvencesi olmalıdır.
Toplum olarak, farklı etnik kimliklerimizle bir arada yaşamanın, eşit vatandaşlık temelinde güçlü bir birlik oluşturmanın önemini unutmamalıyız. Kültürel çeşitlilik, milletimizin en büyük zenginliklerinden biridir. Aynı zamanda, ortak dil, bayrak ve anayasal değerlerde buluşmak ise ulus olmanın temel dayanaklarıdır.
Türkiye siyasetinde zaman zaman sertleşen tonların altında ise, ince ve keskin bir ironi saklıdır. Bir örnek vermek gerekirse; bir liderin “Sokak sokak gez de görelim!” meydan okumasına karşı, muhalefetin “Biz zaten sokaktayız” cevabı, sadece karşılıklı bir meydan okuma değil; aynı zamanda halkın gerçek gündemi ve beklentileri arasında derin bir ironiyi barındırır. Bu diyalog, kelimelerin ötesinde, toplumun çalkantılı ruh halini ve siyasal arenadaki karmaşayı yansıtan bir oyundur. Herkes sokaktadır aslında, mesele, hangi tarafın halkın samimi sesi olup olmadığıdır.
Türkiye'nin geleceği, her bireyin hakkını koruyan, özgürlükleri güvence altına alan, dayanışmayı ve kapsayıcılığı esas alan bir anlayışla inşa edilebilir. Bu yolda, geçmişin deneyimlerinden dersler çıkararak, güncel sorunları doğru tespit etmek ve gerçekçi çözümler üretmek hepimizin ortak sorumluluğudur.
Peki, bu kritik yolda muhalefet, özellikle CHP ne yapıyor?
CHP, son seçimlerde oy oranını artırarak Türkiye'nin en büyük partisi konumuna yükseldi. Bu durum, AKP'nin oylarının düşüşüyle paralel bir seyir izledi ve muhalefetin toplumda karşılık bulduğunu gösteriyor. Ancak, oy kazanmak iktidara yürümek için tek başına yeterli değil. CHP'nin önünde hem önemli bir fırsat hem de büyük bir sorumluluk duruyor.
Parti, toplumsal kucaklaşma, demokratik hukuk devleti ve sosyal adalet ilkelerini öne çıkararak, mitinglerde ve kamuoyuna yönelik açıklamalarda eşit vatandaşlık, adalet, özgürlük ve ekonomik iyileşme vaatleriyle halkın umudunu canlı tutmaya çalışıyor. AKP'nin oylarında gözlenen erime, CHP'nin bu umut iklimini güçlendirse de, bu durumun kalıcı olması için daha kapsayıcı, daha etkili bir siyaset izlenmeli, alan genişletilmelidir.
Özgür Özel, son dönemde mitinglerde sadece “muhalefet yapmak” değil, aktif bir eylem ve mücadele hattı inşa ettiklerini güçlü biçimde dile getiriyor. “Miting değil, eylem yapmaya geldik” ifadesiyle sahada kararlı bir duruş sergiliyor. Tutuklu belediye başkanları ve bürokratlar üzerinden Cumhurbaşkanı ve bürokratlara sert ve cesur eleştiriler yöneltiyor. Bu tutum, muhalefetin sadece Meclis kürsülerinde değil, sokakta da sesini yükselttiğini ve mağdur edilenlerin yanında olduğunu açıkça gösteriyor. Bu kararlı ve cesur dil, CHP'nin seçmen nezdinde umut ve güven tazelemesinde kilit rol oynuyor.
CHP'nin başarısı, sadece oy oranlarına değil; halkın hayatına dokunan, güven veren, adil ve kapsayıcı politikaların kararlılıkla hayata geçirilmesine bağlıdır. Türkiye'nin ortak geleceği için bu yol, zorlu olduğu kadar, umut ve dayanışma dolu bir mücadele sahasıdır.