Kendi yutar salkımı…
Başkalarına verdiği sözü tutmayıp, bir de tam tersini yapanlar için kullandığımız atasözümüz biliyorsunuz.
Cuk oturuyor bizim siyaset ve bürokrasi dünyasına.
Örneğin Diyanet… Öğüt verip duruyor israf yapmayın diye, sonra kendi gidiyor şatafatlı sofralar, torpilli VIP hac organizasyonları, yurt dışı seyahatler…
Bir de namaz sonrası yardım topluyor ya kendimizi bildik bileli…
Kaç bakanlığın bütçesinden fazla bütçesi var, o kadar parası var, şatafat, israf gırla gidiyor.
Ele yine de veriyor talkını!
Diyanet'ten girdik de kamunun neresine baksanız dökülüyor…
Makam aracı saltanatı, lüks uçak filosu, ihtişamlı saraylar…
İletişim Başkanlığı da düzeltme yapıyor 130 bin araç yok, 110 bin küsur araç var falan diye…
Çok fark var di mi?..
Geçelim…
Valilik Konutları misal…
Eskiden mütevazi halleri vardı.
Balıkesir'i hatırlayın misal…
Bandırma Caddesi'nde gayet güzel ve vatandaşın içinde konutu vardı valinin(valiliğin).
Sadeydi, halk içindeydi..
Sonra fetöden görevden alınan valinin icraatıyla gittiler Balıkesir'in dışında lüks villalar arasına bir saray kondurdular…
N'apıyor o devasa konutlarda Sayın Valilerimiz?..
O zamanlar gerekçe olarak “gelen devlet büyükleri konaklarlarsa falan orada kalacaklar” gibi ıvır zıvır mazeret üretilmişti.
Çok merak ediyoruz bugüne kadar valilik konutunda kaç devlet büyüğü konakladı?
İsraf Türkiye'nin bir numaralı sorunu maalesef.
Öylesine çöpe gidiyor ki ülkenin kaynakları.
Her tarafımız vergi.
Araç alıyorsunuz iki araç fiyatı kadar devlete vergi veriyorsunuz…
Elektrikli araçlarda bile bizim ekonomi idaresi ezberi bozdu, tüm dünyada elektrikli araç fiyatları uygun, bizde onlar da vergisel artışlarla fiyat uçuşunda…
Sonra kahvaltılarda serpme kahvaltı olmasın, yiyecekler çok israf oluyor türü kampanyalar, raporlamalar, Cumhurbaşkanlığı makamına sunumlar…
Ala…
Evet serpme kahvaltı da israf, otellerdeki açık büfe de israf… Cem Yılmaz'ın tabiriyle açık büfelerde tabağa kat kat çıkılıyor da yediğin aynı şey, nereye kadar yiyeceksin, tabağın üçte ikisi çöpe gidiyor…
Tasarruf için çeki düzen gelsin tabi de…
Konvoy konvoy makam araçlarına bakıyorsunuz, Avrupa'da bu garabetin bir örneğini göremiyorsunuz, sürekli mütevazilik ve tasarruf içindeler ve hayatın içinde bunu olağan hale getirmişler ki olması gereken zaten bu, onlarda görünce biz şaşıyoruz.
Sonra bu konuları eleştirip uçak inmeyen havaalanı niye yapıyorsunuz; niye geçiş garantili köprülerle şirketleri zengin ediyorsunuz diye soruyorsunuz her düşünen vatandaşın sorduğu gibi… “Hizmet olmasın mı” şeklinde akıl dışı savunma geliyor iyi mi?
Hizmet, havalimanı yaptığında uçak uçurabiliyorsan, köprüyü devlet olarak çok ucuza yapabilir haldeyken şirketleri zengin etmemeyi tercih edebiliyorsan kelimenin tam anlamıyla hizmet olur.
Aksi hal cuk atasözü…
Ele verir talkını, kendi yutar salkımı!
Ki bu ve benzeri örneklerin hepsini; yetkileri giderek budansa, şeffaflığının üzeri giderek kapatılsa da zaten Sayıştay çarşaf çarşaf açıklıyor…
Açıklıyor da takan kim?..
Devlet Sayıştay'ı takmıyor daha ötesi var mı?..
Takmadıklarına göre israf ve tasarruf olarak Sayıştay'ı kaparlar mı?..
Kafası kızdığında “Anayasa Mahkemesi kapatılsın” diyen siyasilerimizin olduğu bu zamanlarda “olmaz olmaz” dediğimiz hiçbir şey kalmadığına göre kaale alınmayan Sayıştay'ın gerçekten asli işlevi ne kaldı ki?