22.08.2020
Avusturyalı bir aile
Temmuzun birinde Alplere kar yağdı. Gece müthiş bir ayaz vardı. Çevremizdeki bütün tepeler bembeyaz başlıklarını giymişti. Biz, Ren Irmağı'nın doğduğu geniş vadide gün ortası, yüzme havuzlarına gidip, güneşlenebiliyoruz. Güneş batınca hava yine serinliyor. Karasal
iklimin bütün özelliklerini yaşıyoruz.
Gece sağanak yağmur vardı. Sabah saatlerindeki serinlik öğleye doğru yaz ortası sıcağına dönmüştü. Ağaçların yaprakları yağmur sonrası parlaklığındaydı. Çevre mis gibi çimen ve çiçek kokuyor. Güzel bir yolculuktan sonra Çağlayan'ın arkadaşı Kadir'in evine konuk oluyoruz. Kadir'le Meryem'in dört kız, iki erkek çocukları var. Çocukların isimleri, hem Türkçe hem Almanca isimlerden konulmuş. Hepsi akıllı ve güzel çocuklar. Çok özenle yetiştiriliyorlar.
Kadir, bizi Meryem'in babasının sandalıyla Konstanz (Kostanz) Gölü'nde bir saat gezdiriyor. Güneş ışıklarının göl sularında yarattığı bin bir menevişi fotoğraf makinemizle görüntülemeye çalışıyoruz.
Bindiğimiz sandal seksen yıl kadar önce cevizden yapılmış. Önceleri, gölde balık avlarken kürek çekerek kullanılmış. Şimdi motor takıldığı için daha çok hız yapabiliyor.
Sandalın sahibi Kadir'in kayınpederi Helmut(Helmut), Eşi Rozwitha(Rozvita) her sene nisan ayında bir gezi turu ile Türkiye'ye gelen insanlar... Bana yazdığı mektubunda Rozwitha;
“Muğla'da kadın vali bizimle ilgilendi. Güzel bir ormana gittik, ağaç diktik. Şimdi Türkiye'de bir ağacım var. Türkiye'deki bitki örtüsü ve hayvan türleri çok zengin.” diyordu.
İkinci Dünya Savaşı'nın acılarını yaşamış bu insanların, yürekleri insan sevgisiyle dolu. Sözü edilen vali Lale Aytaman, çok başarılı, kültürlü aydın bir insan olarak yurdumuzun ilk kadın valisiydi. Daha sonra Lale Hanım da valilik anılarını kitaplaştırdı. Bizi, Cumhuriyetin ilk kadın valisinin çalışkan, özverili, çağcıl düşüncelerinden, anılarının ışığı ile mahrum bırakmadı.
Kadir'le birlikte Rozwitha'nın evine gidiyoruz. Böylece gölde bir saat süren sandal sefası bitiyor. Çoğunlukla Avusturya'nın bu bölgesinde, evlerin güzel bahçeleri olur. Bu ev de öyle. Geniş bir bahçenin ortasında, iki buçuk katlı, sevimli, ahşap bir evle karşılaştık. Sol tarafta büyük bir elma ağacı, yanında çocukların küçük havuzu var. Üst katta yatak odaları, orta katta yaşama alanları ve zeminde kiler, odunluk, çamaşırlık gibi bölümlerden oluşuyordu.
Yemek odasında, Selçuklu desenlerinden oluşan üç Türk kilimi bize gülümsüyor. Biri, oturduğumuz kanepeye serilmiş, biri duvara çakılmış, biri de balkon kapısının üzerine kalın bir kornişle perde gibi asılmış. Bizim merak ettiğimizi gören Rosewith'in kocası Helmut:
“Bunları, kırk sene önce, evlendiğimiz zaman Türkiye'de yaşamış bir Avusturyalı'dan satın almıştım,” diyerek, antik kilimleriyle gurur duyduğunu söylüyordu.
Avusturya'da çeşitli dükkânlarda Bergama, Maraş, Sındırgı kilimlerini, Bünyan
halılarımızı “Orient Tepih” adıyla sattıklarını görmüştüm. Hiç bir yerde gerçek isimleriyle
satılmıyordu! Anadolu kilimleri, halılarını özel yer isimleri ile bilinse diye içimizden
geçirerek vitrinlerde seyretmiştik.
Rozwitha, bizi güzel yemekleriyle ve tatlı sohbetiyle ağırlıyor. Türkiye gezilerinde
çektiği fotoğraflarını, devam ettiği Türk yemekleri kursunun yemek tariflerini, ebru kursunda
yaptığı eserlerini sevinçle inceliyoruz. Derken bir Türk şarkısı notaları çıkıyor defterinin
arasından.
“Yine bir gül nihal aldı bu gönlümü.”
Biz söylemeye başlıyoruz. Onlar da katılıyor. Müziğin insanlar arasındaki sihirli, ortak
dil oluşunu bir kez daha heyecanla yaşıyoruz. Birkaç şarkı ve türküyü aralıksız, bu coşkuyla,
hep birlikte söylüyoruz. Bundan müthiş bir keyif alıyoruz, neşeleniyoruz.
Rozwitha'nın torunları ahşap merdivenlerden kayıyor, bahçedeki çimenlerde koşuyor, ping pong oynuyor, daha sonra da yaptıkları resimleri anneannelerine göstermek için getiriyorlar. Her kapı camı üzerine pastel boyalarla yapılmış, küçük ressamların eserleri asılmış bile...
Çağlayan'ın Hair (Saç) müzikalindeki fotoğraflarını yeniden hep beraber inceliyoruz.
Rosewitha Çağlayan'a şöyle diyor:
“Çok sesli müzik çalışmaları ve şan dersleri bakıyorum iyi sonuçlar vermiş Çağlayan!
Sen, yakında bankacılığı, üniversiteyi unutacaksın korkarım. Yolunu değiştiriyorsun sanata doğru.”
Rozwitha, Çağlayan'a takılıyor. Çağlayan gülümseyerek şöyle bakış açısını dile getiriyor:
“Sanata hizmet, barışa hizmettir. Biz de barış yolunda çok sesli müziğe gönül vermiş kırk kişiyiz, Wamco derneğimizde,” diyor.
Rozwitha'nın gözleri doluyor. İkinci Dünya Savaşı'nın acı günleri gözlerinin önünden hızla geçiyor...
“Barışa sanatla ulaşılır Çağlayan. Çok sesli müzikle siz, çiçekli bir yol açıyorsunuz barışa doğru.”
Hair-Saç müzikalinde, Vietnam Savaşı'na gitmek istemeyen bilinçli Amerikalı gençlerin direnişi anlatılır. Çağlayan'ın katıldığı amatör “Wamco (Batı Avusturya Müzik ve Tiyatro Topluluğu)” grubu da meslek sahibi gençlerden oluşuyor. Bankacı, öğretmen, üniversite öğrencisi gibi... Geceleri ve hafta sonları bir araya gelip, çalışarak müzikalleri İsviçre, Almanya, İtalya, İngiltere ve Avusturya'da beş yıldır sergiliyorlar. Kendi parasal güçleri ile yaşatmaya çalıştıkları kırk kişilik bir müzik derneği Wamco. Müzikallerin bazıları şöyle; West side story (Batı yakasının hikâyesi), Peygamberin son beş günü, Kabare, Hair (Saç)) müzikalleri.
Öğrendiği Türk yemeklerini pişirebilmek için Rozwitha saksıda maydanoz yetiştiriyor.
Ebru kursunda yaptığı kartları dostlarına gönderiyor, yeni yıl kutlamalarında. İpekli bir kumaştan eşi için kravat nakışlamış ebru süslemeleriyle. Eşi de bu güzel kravatı, sevgiyle hep boynunda taşıyor.
Bu yazı 425 defa okundu.