Sınıfın kapısı açıldı. Önce buz gibi bir hava içeri girdi. Sonra Yaşar üşümüş, büzülmekten küçülmüş, titreyerek sınıfın kapısında göründü. Ürkek adımlarla yazı
tahtasının ortasına kadar ilerledi. Çantasını tutan elleri kırmızıdan mora dönmüştü.Pantolonun paçalarından buzlu kar parçaları yerlere döküldü. Pantolon
dizlerine kadar ıslaktı. Yaşar’a bakan çocukların içi buzlandı.“Gel Yaşar.” dedi öğretmen güleç yüzüyle.Sobanın yanındaki sandalyeyi görünce Yaşar’ın yüzü güldü. Hızlı adımlarlagitti oturdu.Öğretmen Yaşar’ın burnunu mendiliyle sildi. Ellerini avuçlarının içine aldı.Sobada ısıtırken sordu:
“Bu sabah minibüs gelmedi mi?”
Yaşar’ın ısınan yüzünde kara gözleri canlandı:
“Gelmedi. Yarı yola kadar at arabasıyla geldik. Ondan sonra Cevdet’le okula
kadar yürüdük.”
Yaşar, ilçeye 5 km. uzaklıktaki İstasyon Mahallesi’nde oturuyordu. Babası istasyonun gece bekçisiydi. Yaşar da beş kardeşin en büyüğü.“Biz ikinci dersi de bitirdik.” dedi öğretmen.
Yaşar, o en güzel gülüşüyle cevap verdi; çantasından çıkardığı kitabı öğretmene uzatırken:
“Ben de kitaplıktan aldığım kitabı akşam okuyup bitirdim.”
Öğretmen elindeki kitaba baktı: “Kar Yağarsa Üşürüm” bu, bir şiir kitabıydı.
Öğleden sonra okul müdürü yanında bir veli ile öğretmen odasına girdi. Başını yerden kaldırmayan utangaç adam çok üzgün görünüyordu. Bir çocuk bedeni kadar
zayıf adam kızarmış ellerini sobaya doğru çekinerek uzattı. Okul müdürü: “Arkadaşlar Yaşar’ın babası geldi. Sizleri görmek istedi” dedi. Masaya yakın
sandalyelerden birini Yaşar’ın babasına uzattı. Saygıyla oturan adam, müdürün yüzüne “sen söyle” der gibi baktı. Müdür öğretmenlerini daha fazla merakta
bırakmamak için söze başladı:
“Yaşar’ın günlerdir hasta olan annesi bugün ölmüş. Öğleyin cenazesi kaldırılmış. Şimdi de babası Yaşar’ı alıp köydeki ninesine götürmek için gelmiş. Yaşar
ve kardeşlerine köydeki ninesi bakacak bundan sonra.” Öğretmenlerin hepsi dolu gözlerle Yaşar’ın babasına baktı. İçlerinden biri
kendisini topladı ve şunları söyledi:
“Başınız sağ olsun. Sonsuz sabır dilerim. Yaşar’ı köye yollarsanız ortaokuldan mahrum kalır. Yaşar okumayı çok seviyor. Yatılı okul sınavlarını kazanırsa okuyup
size ve kardeşlerine yararlı olur. Yaşar’ı köye götürmeyin! Burada erkek öğrenci yurdunda kalsın. Biz ona gereken yardımı buluruz.” Eliyle gözlerinde biriken yaşları
sildi. Konuşan öğretmen sesinin titremesini önleyememişti. O gün son dersten sonra müdür ile babası Yaşar’ı öğrenci yurduna götürdüler.
Babası ayrılırken üzerindeki kazağı çıkarıp oğluna giydirdi:
“Annenin ördüğü kazak seni sıcacık tutsun Yaşar. Kar yağarsa üşürsün. Bizi merak etme. Ben seni her hafta görmeye gelirim. İstediğin bir şey olursa söyle.”
Derken ağlayarak Yaşar’a sarıldı. Yaşar babasının boynundan ayrılamadı.
“Baba kardeşlerimi de getir. Onları çok özlerim,” dedi.
O gece Yaşar az aydınlatılan yurt odasının ranzasında başını yastığına gömüp ağladı. Oda arkadaşları yatağının çevresini sardılar. Hepsi ona kendi hikâyelerini
anlattılar. Çoğunun hikâyesi birbirine benziyordu. Birlikte ağladılar. Ağlamaktan yorulunca hepsi gelecekten neler beklediklerini anlattılar. Gelecekle ilgili kurdukları
düşleri de birbirine benziyordu. Okuyup meslek sahibi olmak sonra da kardeşlerine bakmak en köklü istekleri, amaçlarıydı.
Sonra dolaplarından kuru üzüm, incir, ceviz, elma çıkarıp Yaşar’ın önüne serdikleri gazetenin üzerine koydular.
“Biz burada her şeyimizi paylaşırız. Hoş geldin aramıza Yaşar. Derslerimize de birlikte çalışırız. Hiç üzülme! Burada yalnız değilsin, biz varız. Bundan sonra sen de
hepimizin kardeşisin” dediler.