21.09.2020
MÜZE GEZİSİ
Sevgili Öğrenciler,
Size bir gülmece öykümü gönderiyorum. Sizin daha güzel öyküler yazacağınızı biliyorum. Hepinize başarılar dilerim. Sevgiler.
Kentimizde Arkeoloji Müzesi açıldı. Mahallemizin “Kültür Evi” yöneticisi Fadıl Amca, sokağımızın çocukları yaz aylarında kültür ve sanatla ilgilensin ister. Biz, film
bulmaca oyunu oynarken hepimizi çağırdı.
“Çocuklar içinizde müzemizi görmeyenler olabilir. Müze müdürü benim arkadaşımdır onu görmeye gidiyorum. Benimle gelirseniz müzeyi görebilirsiniz.”
Fadıl Amca ince düşünen bir insandır. “Görebilirsiniz” diyor ama bu, “Benimle hepiniz müzeye gelin” demektir. Oynadığımız filim bulmaca oyunu da zaten tatsız
tuzsuz gidiyordu. Hepimiz aynı filmlere gitmediğimiz için anlaşamıyoruz. Sinemaya giden yok!
Televizyondaki filmleri de herkes seyretmiyor. Böylece güzellikleri paylaşamıyoruz. Televizyonda diziler çağı bitince biz bu oyunu ağız tadıyla oynarız.
Trafiğin yoğun olduğu yol bitince bir yokuşu tırmanmaya başladık. Yükseldikçe limanı, gemileri, dalgakıranı, çay bahçelerini görüyoruz. Kent gözümüzün önüne
serildi.
Keyfimiz yerinde. Fadıl Amca türkülere başladı. Biz de bağıra çağıra katılıyoruz. Türküler bitince marşlar söyledik. . . Güneşten bunaldık, çok yorulduk, duralım derken parka girmişiz. Müze parkın içinde bulunmuyor mu?
En çok yorulan Necmi müzeyi görünce sevindi:
“Ne çabuk geldik Fadıl Amca, demesin mi? Yoldaki şikâyetlerini unutmuş görünüyordu.”
Fadıl Amca gülerek hepimize baktı:
“Konuştuk, fıkralar anlattık, türküler söyledik. Yola söz ile köprü kurduk.
Yürürken sıkılmadınız,” dedi, yüzü gülüyordu.
Parkın havuzundaki ördek yavrularını görünce buraya neden geldiğimizi unuttuk! Anne ördekle yavrularını kovalamaya başladık. Yakalayıp yavruları elimize
almak istiyorduk. Fadıl Amca dağılan müze gezginlerini nasıl toplayacağını şaşırdı.
“Çocuklar, ördeğin sahibi kızıyor. Kovaladığınız yavrular yoruldu. Müzenin kapanma saati geliyor!”
Ayaklarımız müzenin mermer merdivenlerindeydi ama gözlerimiz ördeklerde kaldı. Müzede vitrinlere konmuş nesnelere bakarken Oğuz yüzünü buruşturup sordu:
“Fadıl Amca, bu kırık tabakları, testileri, vazoları neden koymuşlar vitrinlere.”
Müze görevlisi hemen yanıtladı:
“Bunlar günümüzden binlerce yıl önce insanların yaptığı, kullandığı kap kacaktır.”
Aysel açıklamaları tam dinlememişti:
“Kim kırmış bunları? Vitrine sığmadığı için mi kırmışlar? Neden saten örtüler üzerine koymuşlar?
Fadıl Amca sıkılarak başını iki yana salladı:
“Bunlar Tarihi buluntular kızım? Bu eserler arkeolojik kazılarla toprak altından çıkarıldı.”
Osman atıldı:
“Neden toprakları kazıp bu kırıkları çıkarıyorlar? Bunlar yerinde kalsaydı!”
Müze görevlisi uzun uzun arkeoloji ve kazı bilimini anlattı. Başka bir bölüme geçtik. Müge ellerini çırptı:
“Ben bunları biliyorum, dedi. Ok uçları. Savaşta kullanmışlar.”
İpek ağlamaklı oldu:
“Barış savaştan güzeldir. Dünya barışla güzelleşir. Savaşta insanlar ve canlılar ölüyor. Kıymetli eserler yok oluyor.”
Fadıl Amca heyecanla atıldı:
“Vahşi hayvanlardan kendilerini korumak ve avlamak için kesici delici aletleri kullanmışlar. Madenleri böyle hünerle işleyince tarım yapmaya başlamışlar. Bazı
hayvanları kendilerine alıştırmışlar, evcilleştirmişler, etinden, sütünden, gücünden yararlanmışlar. Kentler kurmaya başlamışlar. Hiçbir şey kolay olmamış tabi.”
Fadıl Amca bunları bir çırpıda söyledi. Ayça merakla sordu:
“Tarımdan önce ne yiyip, ne içiyorlardı?
Timur kolumdan çekti, kulağıma fısıldadı:
“Pasta, kek, gül reçeli, kola, limonata. . .”
Fadıl Amca Timur'a sertçe baktı:
“Avcılık yaparlardı. Oklarla geyik, karaca, kuş, vahşi hayvanları avlarlardı.
Ağaçlardan meyve, bitkilerden tohum toplarlardı.”
Müze görevlisi eski paraları tanıttı. Selma çok şaşırdı:
“Aaaa! Bunlar ne biçim paralar? Ah zavallılar parasız nasıl yaşamışlar?”
Cavit Selma'yı kızdırmayı çok sever:
“Selmacığım, sen o zaman yoktun! Yoksa onlara faizle para verebilirdin.”
Selma ağlamaya başladı. Fadıl Amca Cavit'in elinden tutup başka yöne götürdü. Emre bir heykelin önünde durup sormaya başladı:
“Neden bu kadın heykelinin kolları yok? Aslında elbisesi de yok! Bu erkek heykelinin, burnu kırılmış. Müzede kırılmamış hiçbir şey kalmamış. Annem olsa çok
kızar!”
Fadıl Amca elini Emre'nin omzuna koydu:
“Bu heykeller ilk çağ insanının sanat ve güzellik anlayışını yansıtır. Doğanın en güzel yaratığı insandır. Onlar da bu güzelliği taşa ve mermere oyarak yaşattılar.
Günümüzde sanatla uğraşan insanlar, onlara bakıp örnek alıyor, yenilerini yaratıyorlar. Emre bak erkek heykeli sana benziyor. Senin gibi kıvırcık saçlı, yuvarlak gözlü.”
Müge dinlediği her şeyi defterine yazarken sordu.
“Ne çok testi var burada? Bunların içinde ne varmış? Onların da susuzluk sorunu mu varmış?”
Müze görevlisi yanıtladı:
“İlk insanlar Anadolu üzümlerinden şarap yaptılar. Bu testilerin içine koydular.
Adına “anfora” dediler. Bazılarına zeytinyağı koyarak korudular. Bu seramikler günümüzden binlerce yıl önce killi toprağın yoğrulmasıyla yapılıyordu. Seramiklerin
dayanıklılığı artsın diye toprak kap kacak fırında pişiriliyordu. Böylece yiyecekler bunların içinde bozulmadan uzun süre saklanabiliyordu. Topraktan seramik yapımı
böyle başladı ve günümüze kadar insanlar bu sanatı çok geliştirdi. Böylece porselen yapımında en usta işi eserleri yarattılar İznik'te, Kütahya'da. Müzedeki küplere de
buğday, zeytin ve çeşitli yiyecekler koydular.”
Aysel yazılı tabletleri görünce çok şaşırdı:
“Bu taşların üzerinde ne yazıyor?”
“Bunlar tuğla tabletler. Seramik çamuru yaşken üzerine yazılıyor. Sonra fırınlanıyordu. Sen de şimdi binlerce yıl önce yazılmış bir iş mektubunu seyrediyorsun!”
Fadıl Amca başka bir vitrini gösterdi:
“Bakın kuş ve hayvan kemiklerinden dikiş iğnesi, tarak, ok ucu yapmışlar.“
İpek hayvanları çok sever:
“Ah, çok yazık! Bunları yapmak için hayvanları öldürmüşler mi?”
Müze görevlisi ilk insanların günlük yaşamlarına ilişkin örnekler anlattı.
Hepimiz başımızı salladık. Fadıl Amca başka bölüme geçilmesini istedi:
“Bunlar mermer lahitler. Üzerindeki kabartmalar ölenlerin yaşamlarını, önemlerini anlatır. Küçük lahitler de çocuklar için yapılmış.”
Selma merhametlidir, çocuklara hiç dayanamaz:
“Çocukları da ölmüş, ben bunlara kıyamam!”
Fadıl Amca saçlarından süzülen terleri silerken söyleniyordu.” Bu sıcakta on iki çocukla müzeye gelen adamın hiç aklı var mı? İşin mi yok Fadıl, otur evinde. Seyret
televizyonda ne bulursan. Müzeyi bunların anaları, babaları da bilmez! Neyse ben de dersimi almış oldum! Bir daha mı elin çocuklarıyla yola çıkmak” diye kendi kendine söyleniyordu.
Müze görevlisi bölgemizdeki iki antik kent kazısını anlattı. Değerli bilim adamlarımızın ve öğrencilerinin özverili çabalarını övdü. Sözünü bitirince teşekkür edip müzeden çıktık. Fadıl Amca müze merdivenlerinde hepimize sordu:
“Çocuklar şimdi ne yapalım?”
Sanki hepimiz bu soruyu bekliyormuşuz gibi:
“Parkın havuzundaki ördek yavrularına gidelim!”
Fadıl Amca başını kızgın kızgın sallarken yoldan geçen minibüse el salladı.
Minibüs hemen durdu. Sahibi Fadıl Amcamızın tanıdığı biriymiş. Hepimiz arabanın içine dolduk. Parkı, ördek yavrularını, havuzu unutmuştuk. Minibüsün arkasındaki
kasadan şoför yardımcısı bize birer şişe su dağıttı. Fadıl Amca çantasından çikolata torbasını çıkarınca gözlerimiz yuvalarından fırladı.
Çikolataların tadı damağımızdayken sözleşmiş gibi hep bir ağızdan bağırdık:
“Haftaya yine geleliiiiim…”
Bu yazı 536 defa okundu.