Her kız çocuğu gibi ben de "evcilik" oynamayı çok severdim, bayağı uzun süre de oynadım, küçük bir kilim, masa ya da sandalye bacağına kurulmuş bir salıncak, uyduruk bir kaç oyuncak. Hayal dünyamız o kadar büyüktü ki tiyatro oynar gibi oynardık evcilik oyununu, annem kızıyordu; " koca kız oldun, oynama artık" diye, hatta dantel falan öğretmeye de kalkmıştır bu yüzden.
oyun için bebek şart ama o zamanlar böyle ithal oyuncaklar, barbie bebekler falan yok, Almanya'da çalışanlar çocuklarına saçları olan gerçek bebek görünümünde güzel bebekler getiriyorlar, o güzel bebekleri görünce benim keltoş, plastik bebeklerden nefret ediyorum.
Almanya furyasının en yoğun günleri bizim Çarşamba 'dan da (Samsun) çok giden var, o günlerde ben de babamın Almanya'ya gitmesini istiyorum, giderse elbette bana güzel bir bebek getirecek, çocukluk işte...
Aslında İstanbul'dan saçlı bir bebek getirmişti babam ama o Almanya'dan gelenlere benzemiyordu, süs bebeği gibi köylü kızı kıyafetli, her yeri yapıştırma. Başörtüsünün altındaki örgü saçları bile...tarayamazsın, kıyafetini değiştiremezsin. Ben yaşayacağım o bebekle, hakkını vereceğim oyunun...
O yüzden yine yünlerden saç yaptığım kabak kafalı plastik bebeklerime razı oldum, o güzel bebekleri görmesem sorun yok ama görünce anlıyorum farkı ve şiddetle istiyorum...
Babam bir dediğimi iki etmeyen, beni tepesine çıkaracak kadar şımartan biri ama ben bu isteğimi çok ta açığa vurmuyorum nedense? Çok istediğim halde dillendirmiyorum bunu fazla, bizler böyle çocuklardık.
O günlerde babam çocukluk arkadaşı Hayati ve yanında küçük oğlu Hayrettin'le karşılaşıyor, daha. doğrusu bizim lokantaya yemek yemeye geliyorlar, sonra da eve davet ediyor onları babam Hayati'nin durumunu iyi görmüyor ve yardım etmek istiyor ona...
Hayati'nin eşi de Almanya'ya gitmiş, burada işleri bozulunca, o zamanlar kadınlar daha kolay gidiyormuş, küçük oğlunu da babasına bırakarak ama adam kendine bakmaktan aciz, oğluna nasıl baksın? Çocuk, kötü durumda her yeri yara bere içinde, üstü başı dökülüyor, uzun süredir yıkanmamış...
14 yaşında annesini kaybedip 4 kardeşine analık eden anneciğimin iyilikleri, temizliği, titizliği ve tertibi dillere destandı, küçük yaşında annesinden ayrı kalan bu çocuğa çok üzülmüş olmalı ki " bir süre bizde kalsın" dedi babasına, babasının canına minnet, zaten evimiz otel gibi bütün akraba, eş, dost bizde kalıyor....
Annem Hayrettin'e yeni giysiler aldı, burun yaraları dahil hepsini aldığı ilaç ve pomadlarla iyileştirdi, saçlarını kestirdi, pamuk gibi bir çocuk oldu, o kadar da uysal ve sevimli ki o zamanlar 6 yaşında olan Hayrettin sokakta oynamaya alışmış, onu sokağa bile göndermeden evde oyalayarak gözünden ayırmadı annem, çok seviyor onu, yarım yarım konuşması da hoşumuza gidiyor, evin neşesi oldu adeta...
Bunu Almanya'daki eşi Halise'ye anlatınca Hayati, eşi Halise çok mutlu oluyor ve bize bir teşekkür mektubu yazıyor. Bir kaç ay sonra oğlunu alacağını söyleyerek bize soruyor oradan ne isteriz diye? Bizim kimseden bir şey istemeyeceğimizi bilirler ama muhtemelen babam Hayati'ye benim için bir bebek getirmesini söylemiş, parasını ödemek kaydıyla...
Kadın sıkça mektup yazıyor ve her mektubunda da bana Almanya'nın en güzel bebeğini getireceğini söylüyor... Buna nasıl seviniyorum anlatamam, sonunda o çok sevdiğim bebeğe kavuşacaktım..
7- 8 ay kadar kaldı bizde Hayrettin, arada babası görmeye gelirdi. Günlerden bir gün Halise elinde koca bir bavul ve kocaman bir kutunun içinde neredeyse benim boyumda, yüzü jelatinle kaplı olduğu için net bir şekilde görünen muhteşem bir bebekle geldi, inanamıyorum, bu kadarını da beklemiyordum.. hemen kaptım bebeği kucağıma aldım, " karnına basınca şarkı söylüyor" dedi kadın, gerçekten bu kadarı da fazlaydı, aklımı yitireceğim...
Uyku falan yok bende kutunun içindeki bebekle oynuyorum ama kadın bir türlü sunmuyor bebeği bana, kutusundan çıkarmama izin vermiyor adeta, bir bit yeniği olduğunu hissettim, oğlu bizde diye direkt bizim eve gelmişti, iki gün kaldı üçüncü gün, gideceği gün yani; yavruuum dedi aynen böyle uzatarak, o bebek senin değil dedi, bir başkası ısmarlamış, hatrını asla kıramayacağı biri...bir başka sefere gene getirirmiş... Aslında bizimle işi bitmişti, babamdan para da alamazdı, çok ayıp olurdu, kim bilir hangi çıkarı uğruna böyle bir şey yapmıştı?
Babam evde değildi ama o anda annemin suratının ne hale geldiğini hiç unutmayacağım, annem duygularını çok dillendiren bir
kadın değildi, çok gururlu mağrur, dik, burnu yere düşse almayan cinsten ama sevgisini çok da güzel hissettirirdi bize.
Annemin o üzüntülü halini görünce kadına iki söz söylemesini bekledim ki; bu günki aklımla bunu asla yapmayacağını biliyorum.. . Kadını yolcu etti ve kendini biz "divan" diyorduk, sedir gibi bir şey, oraya adeta çöktü, korktum, annemi hiç böyle görmemiştim, kendi üzüntümü bırakıp annemi teselliye başladım, zaten artık büyüdüğümü, bebekle oynamamın doğru olmadığını , hiç de üzülmediğimi falan söyledim.
Annemin üzüntüsü yapılan bu riyakarlığa idi...
Beni hayallerimden vuran bu kadını hiç unutmadım, çocuk yüreğimle onun da çok üzülüp beni anlamasını diledim.
O zamanlar çok kızdığım bu kadına teşekkür etmeliyim belki de, hayatımın ilk hayal kırıklığı belki de çok şey öğretti ve kişiliğime çok şey kattı belki de bu gün her dediği yapılan çocuklarla kıyaslandığında...
Çocukları hafife almamalı, hele de söz verildiğinde mutlak yerine getirmeli, her istediğini yapmak ta doğru değil elbet ama büyükler ve ebeveynler de bir çocuğu sevindirmenin ve de üzmenin ne olduğunu anlamış olmalılar. Kimbilir belki hepimizin buna benzer ne çok hikayesi vardır? Söz verilip tutulmamış...
Ve ne çok travmalar..
Hiç bir çocuk üzülmesin, ağlamasın!