01.11.2020
YURDUMUZUN UYUYAN GÜZELLİKLERİ
Kurban Bayramı'nın birinci günü, eşim ve kızımla birlikte İlkçağ'daki Anadolu uygarlıklarından Lidya'nın başkenti Sardes'i (sardes) görmeye gittik. 2006 yılının, sonbaharıydı. İnsan, yurdunun topraklarını görmeye giderse “Hacı” olur mu bilmem, Kurban Bayramı'nın birinci günü?
Pek çok insan, bayram tatilinden yararlanıp ellerinde fotoğraf makineleri, kameralar ile bu güzel toprakları görmeye gelmişti. Benim gibi yurdunun topraklarına vurgun insanlarla bayramlaştık, söyleştik…
Hava mis gibi çimen, kır çiçekleri kokuyordu. Salihli'nin sınırları içinde kalan bu antik kent, Turgutlu'ya çok yakın. Şimdi, antik kentin toprakları üzerinde Sard beldesi var. İnsanları konuksever, cana yakın ve güleç… Ayrıca üzerinde yaşadıkları topraklarda daha önce dillerden düşmeyen efsanelerdeki zengin kral ”KARUN” yaşamıştı, bunu biliyorlar… Tarihi eserleri gözleri gibi koruyorlar…
Tarihten biliriz, Anadolu'da iki ticaret yolu var. Birisi, Lidya başkenti Sard'dan başlayıp kuzey Mezopotamya'dan Susa'ya varan ”Kral Yolu”; öteki de Çin'den
başlayıp Mezopotamya'ya ve Anadolu'ya uğrayarak oradan da Avrupa'ya uzanan “İpek Yolu.”
Yine tarihten biliriz, Gediz ırmağı kumlarından altın elde edip bu altınlardan ilk kez para basan, Lidya başkenti SARDES (sardes) olmuştu… Para bulunmadan önce alış veriş, “takas yöntemi” denilen ürünlerin karşılıklı değiştirilmesi ile yapılabilmişti.
Paranın bulunuşu, insanlık için büyük bir yeniliktir. Ülkeler arasındaki ticarette kolaylık sağlamıştır. Bugün Lidya Uygarlığı, her ne kadar arkeologların kazılarıyla toprağın altında uyandırılmayı bekliyorsa da değişmez gerçek bu!
Antik kentte önce Artemis tapınağını gördük. Mevsimsel tapınma törenlerinde Lidyalıların toplandıkları bu yerlerde, dolaşmak çok heyecan vericiydi. Acaba onlar da benim gibi savaşlar olmasın, diye “barış, bolluk, bereket” için dualar mı etmişlerdi? Bir de sömürgeciler, yurdumun üstünden doymak bilmez gözlerini, kirli ellerini çeksin, diye dualar mı etmişlerdi? Kuşların seslerine karıştı sesim. Kuşlar ören yerlerini çok severler.
Eski çağın, taşlara şekil veren aklının yarattığı tekniğe, hayran olmamak mümkün değil! Bugün, sahip olduğumuz teknik o zaman yoktu!
Mermer sütun altlıklarına, başlıklarına taş üstüne “gül oyması” işleyen yürekleri düşünüyor; sabırlarıyla yarattıkları bu eşsiz eserlerine beğenerek bakıyorum.
Çevre yemyeşil çimenle kaplı, yeşilin üstünde sarı, eflatun çiçekler kışa değil bahara giriyoruz duygusu veriyordu. “Kazı evi”, Alman arkeologların, kazı
mevsiminde yeniden yurdumuza dönüşlerine kadar kapalı.
Sütunların, duvarların onarılmasıyla ayağa kaldırılmış Gymnasion (cimnasyum- lise) ve Roma Hamamı göz alıcı görünüyor.
Antik dönem dükkânlarının karşısında, üç metre toprağın altından gün ışığına çıkarılan, on sekiz buçuk metre genişliğindeki mermer yolun başından
ayrılamadım. Mermer yol, bugün yapamadığımız köy ve kasaba yollarını düşündürdü. İlkçağ insanının karşısında ben saygıyla eğildim! Gymnasion duvarının içine gömülü, kırmızı kiremitten yapılmış, geniş atık su kanalı da çevreci eski insanların, bu güzel toprakların değerini bildiklerinin bir kanıtıydı…
Yolumuzun üzerinde hektarlarca üzüm bağları vardı. Gediz vadisi; toprağı, suyu, güneşin gücüyle birleştirip dünyanın en kaliteli çekirdeksiz üzümüne bal tadı vermiş… Her yıl çoğalarak “Dağlarından yağ, ovalarından bal akan Ege ovalarını” halkın üretkenliği ile zenginleştirmeye yıllarca devam etmiş. Gediz kirleninceye kadar…
Urla'da “Necati Cumalı Evi”, Urlalıların ve bu güzel kenti yönetenlerin kıymet bilme duygularının yüksekliğini gösteriyordu. Sahilde yörenin çeşitli otlarının da satıldığı pazar yeri, Ege ovalarının ürün zenginliğini gözler önüne seriyordu…
İnsanları besleyen sebze yemeklerinin yanında; hayvanların süt verimini artıran tepelerdeki ot çeşitliliğinin de ne büyük zenginlik olduğunu düşündüm, kıvandım.
Kıyıdaki çay bahçesinde denizin dinginliğine bakıp çevremizin sessizliğine dalıp denizi, dağları, bulutları seyrettik. Suyun berraklığı, içindeki çakıl taşlarının sayılacak kadar net görüntüsü, insanın içinde hoş duygular uyandırıyordu. Bu arada pençesini denize daldırıp balık avlayan kedilerin usta balıkçılığı bizi güldürdü.
Çeşme ilçesi, kıyı şeridinin darlığı, Bodrum'u andıran palmiyeleri ile şirin bir yerdi. Çay bahçelerinde sonbahar güneşinin tadını çıkaran gezginler, körfezin
sularına bakarak düşler kurmaya devam ediyorlardı… Deniz suyu güneşin ışıklarıyla dans ederken göz alıcı mavinin en güzel tonu, gökyüzünü kıskandırıyordu… Çeşme kalesi, tüm güzelliği ile geçmiş yılların türkülerini gece-gündüz körfez sularına söyleyen Egeli Zeybeğe benziyordu. Damla sakızlı dondurmamızı karşıdaki Sakız Adası'na bakarak yemenin keyfi de doyulmaz güzellikteydi. Elimizde dondurmalarla Sakız Adası'na yüzerek gidip gelivermek ve “Kardeşlerim buyurun, sizsiz yemek içimize sinmedi” demek geçti içimden…
Sahilde İSMET İNÖNÜ ve eşi MEVHİBE İNÖNÜ heykelinin önünde durup onları saygıyla selamladık. Yüreğimizde minnet duyguları ile bize kazandırdıkları
özgür, bağımsız, çağdaş TÜRKİYE CUMHURİYETİ için sonsuz sevgilerimizi sunduk…
Onlar, yurdumuzun gelecek güzel günlerine inandıkları için; KURTULUŞ SAVAŞIMIZIN her mihnetine katlanmışlar, her tehlikeyi göğüslemişlerdi… Güzel
yürekli insanların vatan sevgisi tüm Türk milletini çok etkilemiştir. Işıklar içinde kalınlar. Bize, atamız ve Kurtuluş Savaşı kahramanları ile birlikte bağımsız, özgür bir vatan armağan ettiniz. Minnettarız.
Bu yazı 460 defa okundu.