Yurdumun taşına, toprağına, derelerine, ormanlarına, antik kentlerine, tarihi yapılarına vurgun biri olduğum için ne zaman geziye çağırılsam tüm işimi erteleyip okuduğum kitabı valize atıp düşerim yollara. Sonra bana yıllarca yetecek bir birikim, enerji ve sevinçlerle evime dönerim. Eşim ve çocuklarım da bazı gezilerde bana eşlik ederler.
Bu kez, eşimle birlikte yolculuğumuz İzmir Karşıyaka’dan gece başladığı için Afyon’a çok yakın Kirazlıbahçe’de ilk dinlence verildi. Sabahın ilk saatlerinde, çevremiz kiraz bahçeleriyle doluydu. Ağaçlar bembeyaz çiçeğe kesmiş durumda. Dönüşümüzde kıpkırmızı kirazları görebilsek diye eşimle içimizden geçirdik! İki haftada meyveler kızarmaz!
Konya’ya varınca Meram Bağları’nda güzel bir bahçede kahvaltı molası verdik. Çevremizde hanımelleri açmış, güller mis kokuyordu. Salkım söğütler, cevizler, kavaklar, çamlarla bezenmiş koyu gölgeli bir bahçedeydik. Uykusuz gecenin tüm yorgunluğunu, kahvaltımızı yaparken demli çaylarla attık.
Yağmur mevsiminde görüntüsü değişecek olan derenin suyu çok kirliydi. Çukur yerleri göllenmiş dere uzun süredir dere olduğunu unutmuş, yosunlu kurbağa kokusuna bürünmüştü. Çevresine biriken çöpler de piknikçilerin özensizliğinin delilleriydi.
Sol tarafımızdaki Meram Bağları villa tipi evlerle süslüydü. Bahçeleri çok özenliydi. Birinin mimarisi diğerine benzemiyordu. Asmalar evlerin önlerini süslüyordu. Sarmaşık güller, hanımelleri, sardırılarak çatılara ulaşmıştı.
Mevlana çevresi özenli ve bakımlıydı. Her zaman çok turistle karşılaştık bu bahçede. İçerisi havasız. Kalabalık yüzünden içeriden hiç hoşlanmadık. Yerli turistler ibadet eder gibi elleri açık, dillerinde dualarla çok yavaş ilerliyorlardı. Bu yüzden içerde ve kapı dışında büyük bir sıkışıklık yaşanıyordu. Yabancı turistler ellerindeki kitapçıklarını okuyarak dolaşmaya çalışırken, bir türlü ilerlemeyen Türkler’in haline şaşkınlıkla baktıklarını gördüm!
Şimdi Mevlana çevresinde Selçuklu yapı tarzını andıran, verandalarında bol ahşap kullanılmış taş yapılar var. Daha önceki gelişlerimizde bunlar yoktu. Konya yemeklerinin her türlüsü buralarda çok özenli sunuluyor. Tüm yapıların önünde pembe gül ağaçları konukları karşılıyor. Mevlevi motifli kaşıklar, tabaklar, renkli tespihler, heykelcikler, Konya şekerleri turistlerin hediyelik seçiminde en çok ilgilendikleri nesneler olmuş.
Müzeler, tarihi yerler gezildikten sonra Alâeddin Tepesi kenti en güzel seyrettiğimiz, kahve, çay tükettiğimiz yer oldu. Karatay Medresesi’nde gördüğümüz çini ve porselen desenleri gözlerimizden hiç gitmedi. Selçuklularda estetik güzelliğin inceliğine ve doğanın tüm güzelliklerini mimari eserlere çiniler aracılığı ile nasıl yerleştirdiklerini düşündüm. Bir de Konya Çarşısını ve dostlara alınan armağanları unutmadan yazmalıyım.
Konya’dan sonraki durağımız Kapadokya oldu. Çevrede dağlar karlıydı. Peri Bacaları, kiliseler, yeraltı şehirleri büyüleyici ve çok düşündürücü. İnsanoğlu her dönemde zulümden korunmanın yolunu bulmuş! Kendini korumayı, yeni düşünceyi, yeni inancı yaşatmayı, doğadan akılcı yararlanmayı, var etmeyi, taşları oyarak, yeraltına şehirler kurarak başarmış. Ihlara Vadisi’nin çevresini gezi arabamızla dolaşırken aklımda bu düşünceler vardı.
Peri Bacalarına oyulmuş güvercinlikler ve güvercin gübrelerinin üzüm bağlarına gübre olması bizi çok şaşırttı, hayran olduk. Güvercinlerin hiç bir yerde buradaki tılsımlı yapılara yakıştığı gibi yakıştığını anımsamıyorum. Şimdiye kadar girilmeyen pek çok yer altı şehri olduğunu bilmek de hayli düşündürücüydü! Arkeolojik kazılara bütçemizden daha çok para ayırmalıyız ve ivedilikle bu güzellikleri, zengin tarihi eserleri insanlığın gözleri önüne sermeliyiz, diye düşünerek geziyorum her yeri. Burada doğa harikasının turizm hizmetiyle birleşmesi gelecek için umutlanmayı yaratıyor insanın yüreğinde.
Şarapçılığın ekonomi açısından çok kazançlı bir gelişme olduğunu düşünüyorum. Anadolu’da ilk bağları üreten, şarap yapan, çevreye buğday ve dokumalarla birlikte satanların Hititler olduğunu biliyoruz. Hatta şarap bakanının yeri, Hitit Kralı’ndan sonra geliyor resmi törenlerde. Doğa harikası görüntülerin, tarih, ekonomi ile bu bölgenin can damarları olduğunu bize şimdiden hissettiriyor. Tüf taşlarının yazın serinliği, kışın sıcaklığı koruyor olması yöre halkının ürünleri için depo olarak kullanılmasını sağlıyor. Üretilen şarapların, meyvelerin depolanması yaşamı kolaylaştırıyor.
Kayseri Öğretmen Evi kusursuzdu. Medreseler, camilerdeki taş işçiliğinin en güzel örnekleri bu kentteydi. Müze çok zengindi ve yüzlerce yıl Anadolu uygarlıklarının biriktirdiği zenginliklerin, çevreme baktıkça hazinelerimiz olduğunu düşünüyorum. Kayseri mantısı lezzetliydi. Erciyes kentin kilometrelerce ötesinden bizi selamladı. Kocaman kremalı pasta gibi karlarıyla göz alıcıydı.
Kentin çevresindeki yamaçlarda teraslar halinde yazlık evler dizilmiş. Yazlık Öğretmen Evi, bunların en büyüklerinden birisidir. Bahçesi kat kat teraslar halinde kenti görüyor. Her yan leylak, gül, kaysı, iğde, ceviz, asmalarla bezenmişti. Çiçek kokuları birbirine karışıyor. Sol tarafımızda ahşap Ermeni Kilisesi, tüm görkemiyle ayakta duruyor. Yörenin en güzel taşlarından hünerli ustaların emeği zamana, bakımsızlığa meydan okuyordu. Saat Kulesi ve Ermeniler‘den kalan yazlık taş evler de öyleydi.
Bu mahallenin daha sağ tarafında Kayserili zenginlerin görkemli villaları var. Hepsinin de mimarisi farklı görüntüye sahiptir. Bahçe duvarları yüksek, balkonlar, süslü ahşap teraslar ve kameriyeler göz alıcıydı. Bahçelerinde cevizler, kaysılar, erikler, iğdeler, elmalar birbiriyle yarışıyor. Zambaktan güle çiçek cümbüşü yüreğimizde kaldı.