Offenbacher'in bu görüşüne katılıyor olsa bile Max Weber başlangıçta durumun farklı olduğunu, İngiliz, Hollandalı ve Amerikan puritanlarının yaşama heyecanı ve sevincinden “Joy of living”den uzak olduğunu belirtir. Bunun nedeni olarak da çok servet edinmenin servete güven sonucu olarak, insanları tembelleştireceğini, dini vecibelerini yerine getirmeyi unutarak onları şehvete yönelteceğini gösterir. Puritanlar yalnız bu açıdan servet birikimine karşıdırlar. Fakat, zengin olurken ve sonra insanlar dini sorumluluklarını da yerine getiriyorsa, zenginlik istenen bir şeydir. “Tanrının arzusunun açık, kesin bildirisine göre boş vakit geçirmek ve eğlenmekle değil, çok çalışmakla Tanrının yüceliğini arttırabilirsiniz.” (Weber; 1958, 157). Tembellik ve boşa zaman geçirme en büyük günahlardan biridir. Hayat kısadır. Onu iyi değerlendirmek gerekir. Sosyal nedenlerle, boşuna konuşmayla, lüks ile sağlığa yeterli altı ile sekiz saat uykudan fazlasıyla zaman harcanmamalıdır.
Puritan düşüncenin etkin düşünürlerinden bir İngiliz Presbyterian olan Oliver Cromwell'in kurduğu parlamenter sistemin emrinde çalışmış rahip Richard Baxter'in (1615-1691) yazdığı “Christian Directory” ve “Saints Everlasting Rest” adlı kitaplar Puritan ahlâkına önemli açıklıklar getirir.
Yukarıda belirtilen görüşlere ek olarak, o “çalışmayarak kaybedilen her saat Tanrıya ibadetten azalmış bir saattir.” der. Dinlenme için Tanrı Pazar gününü ayırmıştır. İster fiziki, ister akli olsun sürekli ve çok çalışma Baxter'in tekrar tekrar belirttiği “mümin kişilerin” özelliğidir. Hatta evlilikte bile seks yalnız “meyve ver ve çoğal” şeklindeki Tanrı emrini yerine getirmek için yapılmalıdır. Boş yere zaman harcanmamalıdır.
St. Paul'ın çalışmayan yemeyecektir. (He who will not work shall not eat) deyişi yalnız bu dünya için değil gelecek dünya için de geçerlidir. Baxter'e göre çalışmaları gerekmese bile zenginler Tanrının emrine göre fakirler gibi çalışmalı, ona uymalıdır. Aksi halde onlar bile çalışmalarının meyvesini öbür dünyada yiyemezler.
1225'de Roma ve Napoli arasındaki bir köyde doğan Katolikliğin Dominikan tarikatından sonradan azizliğe yükseltilmiş olan Thomas Aquinas Tanrının insanları yeryüzünde fevkalade yüksek düşünme özellikleriyle var ettiğini ve diğer canlılarla beraber yaşamasını arzu ettiğini belirtir. Tanrı, insanın düşünmesini istemedi mi? O bizim bu dünyadan (The Earthly City) gözlerimiz kapalı mı diğer dünyaya (The City God) gitmemizi istedi (Doren; 1991, 121) diye sorgular.
Guillaume, St. Thomas Aquinas'ın yazılarında İslam düşüncesinin izlerinin olduğunu belirtir, Hıristiyanlığın Ortaçağında ve Ortaçağ'dan çıkışında orijinal islam doktrinlerinin etkisine işaret eder. (Arnold & Guillaume; 1949, 280-281)
İş bölümü ve toplumda belli mesleklerin varlığı Thomas Aquinas'a göre kutsal bir düzenin sonucudur. Puritanlar bu düşünceye daha pratik bir yorum getirmiştir. Baxter görüşlerini Adam Smith'in doğrudan açıklaması ile anlatır; “Bir konuda uzmanlaşma, iş bölümü,üretimin miktar ve kalitesini arttırıcı nitelikte, kişinin ehliyetini geliştireceğinden toplum için faydalıdır.”
Bu görüşde motivasyon yararlılık ilkesine dayanır. Ve zamanın laik tutumuna çok yakın bir görüş ifade eder. (Weber; 1958, 161).
Tanrının çağrısına nail olamayan bir kişi dünyaya dönmüş kutsal isteğin talep ettiği sistematik ve metotlu bir karakterden uzak olacaktır. Quaker'lere göre bir insanın hayatı kutsal erdemlerle doludur. Tanrı çalışmayı rastgele çalışsın diye değil akıllıca çalışsın diye ister.
Puritanlıkta dünyadaki kutsal çağrı, metotlu bir karakteri öngörür. Hayatın bütün oluşlarında Tanrı'nın elini gören Puritanlılar eğer kar getirecek bir iş varsa; bu iş yapılmalıdır, çünkü bunun bir kutsal amacı vardır diye düşünürler. Böylece dindar bir Hıristiyan karşısına çıkmış olan bu fırsattan, Tanrı'nın çağrısı olduğu için yararlanmalıdır. “Eğer Tanrı size yasalara uymak koşuluyla daha çok kazanmak için bir yol göstermişse, bu yol kendinizin ve başkalarının manevi değerlerine aykırı değilse, o yolu seçmelisiniz. Eğer bunu reddederek, daha az kazançlı bir iş seçerseniz, siz Tanrı'nın isteğine aykırı hareket etmiş olursunuz. Onun yöneticiliğinden çıkmış olursunuz. Tanrı'nın verdiğini, hediyesini (god's gifts) kabul etmelisiniz ve onun gerektirdiğini yapmalı, onun için de zengin olmaya çalışmalısınız.” (Weber; 1958, 162)
Sonuç olarak Puritan ahlâkına göre tembelliğe ve günahkar yaşamaya neden olmayacaksa servet edinmek doğrudur ve gereklidir. Fakir olmayı istemek, sağlıksız olmayı istemek gibidir.
Quaker'ler de servetin rasyonel kullanımına değil, onun irrasyonel kullanımına karşıdır; çünkü, Tanrı zenginliği, kişinin ve içinde bulunduğu toplumun lüks ve gösterişli yaşamı için değil, fakat temiz, sağlam ve mütevazi bir yaşam biçimi için vermektedir. Quaker düşüncesinin ABD'deki en iyi temsilcilerinden Benjamin Franklin (1706-1790) kutsal tasarrufu (holy thrift) dindarlığın koşulu sayar. Ona göre tembellik; zamanı boşa geçirme ve gösterişli yaşam iki büyük günahtır. Orta sınıftan gelen, bir çok buluşan sahibi, Philadelphia'daki Pennsylvania Üniversitesinin kurucusu, filozof Benjamin Franklin uykuda çok zaman harcandığını düşündüğünden ofisinin duvarına “zaman paradır” (Time is money), levhasını asmıştı. (Josephson; 1962, 8). Ona göre servet ancak çok çalışmak, tutumlu olmak, mütevazi yaşamakla yaratılabilir. İş adamı ancak böyle yaşama biçimi içinde olursa saygınlık kazanır. Saygınlık kişinin itibarını ve kredisini arttırır. Kredi iyi kullanırsa daha çok kar ve sonuçta daha çok servet birikimine neden olur. Saygınlık bir iş adamı için verdiği sözünü zamanında yerine getirmekte, borcunu zamanında ödemekle ve işinde hakkaniyetle hareket etmekle oluşur (Weber; 1958, 52). Hayatı boyunca bu görüşlerin savunucusu olan Benjamin Franklin, feodal yapıdan burjuva ruhuna geçişle sonuçlanan ekonomik ve dinsel bağımsızlık sürecinin, ABD'de çok önemli bir temsilcisi olmuştur.
HIRİSTİYANLIK VE GÜNÜMÜZÜN EKONOMİK SORUNLARI
Londra'da Hristiyan İş adamları birliğinin “The Christian Association of Business Executives” isteği üzerine 1984'de “The Creation of Wealth” isimli kitap yazan Lord Griffith” Hristiyan Kilisesinin serbest rekabeti açıklama konusunda daima zorlukla karşılaştığını belirtir.
Günümüzün serbest piyasa ekonomisi, yaşamak için karı ve tüketicinin özgürce seçimini teşvik ederken Hz. İsa'nın öğretilerine aykırı kıran kırana rekabetçi, hep kendine çalışan, bencil ve eşitsizliğin arttırdığı bir toplum yaratır. Modern rekabete karşı bu nedenle Hristiyan davranışı hep çekingen olmuştur. 1986'da Hristiyan İş Adamları Birliği güncel iş ahlâkını içeren konularda karşılaşılan sorunların tartışılması ve ilkeler saptanması için Londra'da İş Ahlâkı Enstitüsü'nü (Institute of Business Ethics) kurdu.
Yirminci yüzyılın başında Canterbury Başpikoposu “Archibishop of Centerbury” yayınladığı “Principles of Social Progress” adlı kitabında “Rekabet ortadan kaldırılamaz ve kaldırılmamalıdır. Toplumda ilke olarak kooperatif bir çalışmayı hedef almalıyız. Rekabet de bunun bir ayrıntılı kısmıdır.” diye yazar. Bunları birbirinin karşıtı olarak düşünülemez. Yalnız kooperatifçiliğin girişkenliği yok ettiğine işaret eder. 1931'de Papa Pius XI'in yayınladığı Papalık bildirisinde Katolik kilisenin görüşü şöyle açıklanır: “serbest rekabet belli sınırlar içinde doğru olsa da ve savunulsa da bu ilkeler toplam bir ekonomiyi kontrol eden bir faktör olmamalıdır.” (Wyburt; 1998, 148).
Bu görüş İngiliz Anglikan Kilisenin görüşüyle benzerlik gösterir. Aynı konuda Katolik Piskopos (Roman Catholic Bishop) John Jukes son yıllarda servet yaratımını destekleyici nitelikte yazdığı yazılarında insan ruhunun zenginlikten kaynaklanan tehlikelere karşı korunmasını da önerir. Yeni İncil'de (New Tastement) Hz. İsa'nın rekabeti önleyici ya da kötüleyici bir sözünün bulunmadığını belirtir. Bilindiği gibi Hristiyanlığın üzerinde durduğu servet birikimi değil servetin dağılımı fakirin, yoksulun korunmasıdır. Piskopos Jukes'in görüşlerini şöyle özetlenebilir; “Rekabet mükemmel bir sistem değildir. O, kötü bir şekilde kullanılabilir. Şeytanca yollara sapılabilir. Kıran kırana rakabet insan onurunu tehlikeye atabilir. Fakat o hayatın bir gerçeğidir ve mevcut en iyi sistemdir. “Serbest rekabet insanın hizmetinde olmalı, insan onun hizmetinde olmamalıdır.