Sevgili öğrenciler, Size, Bandırma Kuşcenneti'nde geçen bir öyküyü armağan olarak gönderiyorum. Merakla okuyacağınızı biliyorum. Başarılarınız çok olsun, yüzünüz hep gülsün.
ARKADAŞIM PELİKAN İncilâ ÇALIŞKAN
Hava buza kesmişti. Poyraz körfezde doksan kilometre hızla esiyordu. Kar bir haftadır aralıksız yağdı. Körfez çevresindeki dağlar bembeyaz görünüyordu. Fırtınada deniz araçlarının hiçbiri çalışamaz oldu. İstanbul'dan gazeteler gelemedi. Televizyon antenleri devrildi. Elektrik direkleri zorla onarılabildi, ertesi gün yeniden devrildiler. Kuş gölü dondu. Bandırma Kuş Cenneti Lojman penceresinden donmuş göle bakan Şef Kâmil Seyhan: “Ben bu milli parkın kuşlarını nasıl koruyacağım? Soğuk ve fırtına böyle devam ederse dayanamazlar, hepsi ölürler. Hemen beslemeye gitmeliyim” diye düşündü. Radyodan dinlediği hava raporu içindeki sıkıntıyı daha çok artırmıştı. Çizmelerini giyerken kaygılı ve dalgındı. Kuşlar için hazırladığı ince bulgur, ekmek kırıkları, mısır, buğday torbasını sırtına vurdu. Karısı üzgün ve kaygılı bir yüzle kocasını gözledi. Kocasının boynuna, başına kalın bir atkıyı sımsıkı bağladı. Sevgi dolu bir sesle şöyle dedi: “Kâmil, gitme demeye dilim varmıyor. Bir haftadır soğuğa aldırmadan kuşlara yem ve su taşıyorsun. Sen hastalanırsan ne yaparız? Yol kapalı. Kente seni nasıl götürürüz?” Kâmil Seyhan başlığının düğmesini sıkıştırıp atkısını birkaç defa boynuna yeniden doladı, kocaman bir de düğüm attı. “Haklısın karıcığım! Sen beni hiç merak etme. Ben onlara YAŞAM ÖPÜCÜĞÜ götürüp dağıtıyorum. Biliyorsun her şey dondu. Göl, ağaçlar, otlar, toprak dondu. Sobanın üstünde kovayla kar eritelim. Kuşlar susuz kalmasın!” Kapının açılmasıyla körfezden esen sert poyraz evi dondurdu. Sırtında yem torbasıyla Kamil Seyhan merdivenlerden indi. Elindeki kalın sırığa dayana dayana kuşların barınaklarına doğru ilerledi. Yerlerde donmak üzere olan küçük kuşlara rastladı. Hepsini kazağının içine koynuna yerleştirdi. Sazların arasına yemleri bıraktı. Toprak kaplara getirdiği suyu doldurdu. Dün bıraktığı sular donmuştu. Ova, dağlar karla kaplıydı. Yollar seçilmiyor, köyler görünmüyordu. Ağaçlardan kılıç gibi buzlar sarkıyordu.
2
Atkısıyla ağzını, burnunu sımsıkı kapattı. Eldivenin içinde elleri soğuktan sızlıyordu. Ayağının altında çatırdayan buzlara basarak lojmana döndü. Sobanın çevresinde ısınmaya çalışan çocuklarıyla karısı hem sevinç hem korkuyla yüzüne baktılar. Bıyıklarından, kaşlarından buzlar sarkıyordu. Kamil Seyhan onları daha çok korkutmamak için kazağını çıkarıverdi. Koynundaki kuşlar önce yere döküldüler, sonra sıcak odanın içinde uçmaya başladılar. Küçük kızı ellerini çırptı: “Yaşıyorlar… Yaşıyorlar… Baba bunları sen kurtardın!” Elindeki su kaplarını, yemleri yere bırakan oğlu merakla sordu: “Baba pelikanlar yaşıyor mu?” Kamil Seyhan yüzündeki buzları havluya silerken göz ucuyla yemlenen küçük kuşlara keyifle baktı: “Yaşıyorlar oğlum! Siz dua edin de rüzgâr dinsin. Hava ısınsın. Yoksa emeklerim boşa gidecek!” Gece rüzgârın hızı yavaşladı. Yeniden kar yağışı başladı. Kar, havada uçuşan kelebekler gibi lapa lapa yağıyordu. Sıcak odanın penceresinden seyretmek güzel miydi, bilemediler. Milli Parktaki hayvanları düşündükçe içlerini kaygılar kapladı. Yatmaya hazırlandıkları sırada kapıya “ tık tık tık” diye vurulduğunu duydular. Bu havada kim gelebilirdi! Avcılar bile çıkmaya cesaret edemezlerdi. Merakla kapıyı açtılar. Hepsinin gözlerindeki korku, önce hayrete sonra sevince dönüştü. Bu karda kışta kim gelebilirdi? Gelen sessiz bir arkadaştı. Kapının önünde bir güzel pelikan onlara bakıyordu. Şaşırdılar, sevindiler, kaygıyla, merakla birbirlerine baktılar. Çocuklar çığlıklar attılar. Kendini ilk toplayan Kâmil Seyhan oldu: “Gözünüz aydın! Okul kar tatilinde. Canımız sıkılıyor, demiştiniz. İşte size sessiz arkadaş geldi. Ben kuşlara götürdüğüm yem ve sularla YAŞAM ÖPÜCÜĞÜ vermiştim hepsine.” Karlar eriyinceye kadar pelikan bir hafta evin neşesi, coşkusu oldu. Kışın soğuğunu unutturdu pelikan. Her sabah onun kendi dilinde söyledikleriyle uyandılar. Pelikanın gözlerine bakınca evin içine güneş doğmuş gibi oluyordu. Her gece kanatlarının altına başını saklayıp uyumasını seyretmek çok eğlenceliydi. Bu fırsatı değerlendirip bol bol fotoğraf çektiler. Resim defterlerine pelikanın resmini yaptılar. Karlar eridi. Bahar geldi. Kuş Cenneti gerçekten bir cennet oldu. Ağaçlar yemyeşildi. Kır çiçekleri, çimenlerin üstünü sarı, kırmızı, mavi, eflatun, beyaz lekelerle bezedi. Göçmen kuşların kanat şakırtısı her gün çevre köylerden duyulur oldu.
3
Göçmen kuşlar yavruladılar. Kuş Cenneti'nde yuva ve yavru sayısında büyük artışlar gözlendi. Kâmil Seyhan çocuklarıyla sandalına bindi. Gölde balığa çıktı. Pelikan hep peşlerindeydi. Kuş Cenneti'nin çimenli yollarında çocuklarla gezdi, dolaştı. Küçük kız koştu pelikana sarıldı. Pelikan kaçmadı. Tersine bu ilgiden çok mutlu olduğu görülüyordu. “Evcilleştirdik” diye çocuklar herkese anlatmaya başlamışlardı. Kuş Cenneti'ni görmeye gelen öğrenci guruplarına da sokuluyor, onlarla çevrede dolaşıyordu. Bu yüzden öğrenciler adını “Kuş Cenneti Şefi Pelikan” koymuşlardı. Çevre Okullar arasında yaygın bir üne kavuşmakta gecikmedi. Günler ilerledikçe pelikanı merak edenler gelmeye başlamıştı. Kâmil Seyhan'ın kızı pelikana her sarılışında şöyle derdi: “Gözlerindeki ışıkta bizi görüyorum. Arkadaşımız pelikan sen minnet duygunu bize ne güzel gösteriyorsun öyle! Okulda hep seni anlatıyorum. Arkadaşlarım bana inanmıyor. Adım hayalciye çıktı! Senin yüzünden sevgili pelikanım! Şu yılsonundaki sergi ve temsil hazırlıklarımız bitsin, öğretmenimiz arkadaşlarımı pelikanı görmeye getirecek… Kuş Cennetindeki kuşlar o sert kıştan Kuş Cenneti Kâmil Seyhan'ın “Yaşam Öpücüğü” sayesinde kurtuldular. Kuş sesleri doğada eksilmedi. Kuşlar insanların yaşamına sevinçler katmaya devam ettiler…