Yaşamım, hep mücadelelerle geçti. Çok severek yaptığım gazetecilik ve öğretmenlikte hep müthiş bir çalışma temposu içinde oldum. Tabii, ikisinde de vefalar, vefasızlıklar, haksızlıklara uğrama ama asla mücadeleden vazgeçmeme ana ilkem oldu.
İşte, sizlere onlardan küçük bir demet.
1975/1976 eğitim-öğretim yılında, Erdek Lisesi'ndeyim. Ortaokul ve lise, aynı çatının altında eğitim-öğretim veriyor. Ortaokullarda Türkçe, liselerde Türk Dili ve Edebiyatı derslerine giriyorum. Ayrıca, ihtiyaç olduğu için bazı sınıfların beden eğitimi ve din kültürü dersleri de “ek ders” olarak, branş dışı bana veriliyor.
Öğretmenliğe ilk kez başladığım o dönemde okulumuzun müdürlüğünü, Balıkesir'in Sındırgı ilçesi doğumlu olan Mehmet Şahinkaya yürütüyor. Şahinkaya, bana müdür yardımcılığını da öneriyor, kabul ediyorum.
Yıl, 1980. Göreve “Milliyetçi Cephe Hükümeti” geliyor. Hükümet, müdürümüz Mehmet Şahinkaya'yı görevinden alarak, daha önce Erdek Lisesi Müdürlüğü görevini yürüten, ancak o dönemde Adalet Partisi'nin askeri gibi çalışan, hatta bu partinin Erdek'teki yerel seçimi kazanmasının ardından okul bandosunu partinin kutlamalarına çıkaran, daha sonra CHP-MSP koalisyon hükümeti döneminde görevden alınan Sezai Tekin'i getiriyor.
ERDEK LİSESİ'NDE SÜRGÜNE UĞRUYORUZ
Sezai Tekin, görevine başladıktan kısa bir süre sonra beni ve diğer müdür yardımcısı Yusuf Özer'i odasına çağırarak, müdür yardımcılığı görevinden istifa etmemizi istiyor. Her ikimiz de, görevimizi aksatmadan yerine getirdiğimizi vurgulayarak, istifayı düşünmediğimizi söylüyoruz. Ama “Görevinizi eksiksiz yaptığınızı biliyorum ama kendi kadromu kuracağım. Ben, sizi görevinizden aldırırım” diyen Tekin, dediğini de yapıyor. Bir dönem Bandırma'da da beden eğitimi öğretmeni olarak görev yapan, daha sonra Balıkesir İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nde de şube müdürlüğü görevini üstlenen Fatih Gürel imzasıyla iki müdür yardımcısı olarak bizlere gelen yazıda, “Görülen lüzum üzerine müdür yardımcılıklarından alındığımız” bildiriliyor. Yani tam bir siyasi karar! İşin acı tarafı, bu kararı imzalayan kişi Fatih Gürel ile sözüm ona aynı dünya görüşünü paylaşıyoruz!
Yöneticilik görevimiz bitiyor ama okuldaki öğretmenlik görevimiz sürüyor. Bunun üzerine okulumuzdaki 10 öğretmen, toplu bir dilekçeye imza koyarak, Milli Eğitim Bakanlığı'na başvuruda bulunup, iki müdür yardımcısının haklı hiçbir gerekçe olmaksızın görevlerinden alındığını bildirerek, konunun incelenmesini istiyoruz. Tabii ki hata yapıyoruz. Çünkü siyasi ortam belli. Kimi, kime şikayet ediyoruz ki!
Okulumuza iki güdümlü müfettiş geliyor. Birinin ismini hiç unutmadım: Firuz Hekimoğlu. Sözüm ona bizlere “Hocam, hiç merak etmeyin, çok sağlıklı bir inceleme yapacağız!” diyerek güvence(!) veriyorlar ama nerede? Önce, toplu şikayet dilekçesi vermenin suç olduğunu belirtiyorlar, ardından da dilekçeye imza koyan 10 öğretmenin önüne, yanıtlamaları isteğiyle hiçbiri gerçek olmayan 10'a yakın soru sürüyorlar:
“Siyasi görüşlerinize uymayan öğrencilere taraflı davrandığınız, not vermediğiniz, sizin siyasi görüşünüzde olmayan öğretmenlere ‘faşist' dediğiniz, TÖB-DER'e(O dönemin en etkili öğretmen sendikası) üye olduğunuz vs.”
Yani kurt, kuzuyu yemeye çoktan karar vermiş!
Zaten dönemin Erdek Lisesi Okul Aile Birliği Başkanı Hüseyin Kaynar ve yönetimi de, tabii ki kendilerine göre “solcu”, hatta o zamanın deyimiyle “komünist” olarak nitelendirdikleri bizleri istemiyorlar ve Erdek'ten sürgün edilmemiz için yönetim kurulu kararı almışlar! Okul Aile Birliği'nin, öğretmen sürgünlerinde rol oynaması o yıllarda çok doğal tabii ki…
Sonuçta, benim de aralarında bulunduğum 10 öğretmenin “sürgün” tayinleri çıkıyor. Eğitim-öğretim yılının ortasında, soğuk kış günlerinde. Üstelik çoğunluğu doğu illerine! Ne öğretmenleri düşünen var, ne de öğretmensiz kalan öğrencileri!
Benimle birlikte sürgüne uğrayan öğretmenlerden anımsadığım bazı isimler, Ali Çakır, Ufuk Çakır, Nermin Özsel, Yüksel Uluçınar, Zekeriya Yağız, Zerrin Müftüoğlu, Yusuf Özer, Nermin Özsel…
Benim tayinim de, Kütahya'ya bağlı Altıntaş ilçesi, Gökçeler Köyü'ne çıkıyor. Bu arada şu ilginç anektodu da unutamam. Okul müdürü Sezai Tekin, bana tayinimi bildirirken, gayet pişkin bir yüz ifadesiyle, “Seni severim. Bak, diğerlerini doğuya gönderirken, seni uzağa göndermedim, bu bölgede bıraktım!” diyor. Güler misin, ağlar mısın?
Gökçeler Köyü'ne Kütahya'dan düzenli kalkan araç yok. Yerimi görmek için bir traktörün arkasında gidiyorum. Ahırdan bozma bir sınıf, yedi öğrenci ve dört sürgün öğretmen! Zaten uğradığımız büyük haksızlık nedeniyle moralim bozuk. Bir süre için rapor alıyorum. Ardından 12 Eylül darbesi oluyor. Gökçeler Köyü'nde öğretmenliğimi sürdüremeyeceğimi düşünerek istifa ediyor ve o dönem için yüksekokul mezunlarına tanınan haktan yararlanarak, 3,5 aylık askerlik görevimi yapmak üzere Burdur'a gidiyorum.
GERÇEK GAZETESİ'NDE GÖREVE DEVAM
1980 yılının sonları, 1981 başları. Vatani görevim bitiyor.
1975 yılında kurulduğu günden, kapandığı 2006 yılına dek hiç bağımın kopmadığı, sürekli haber, köşe yazısı, röportaj, araştırma ve söyleşilerimin yayınlandığı, Nihat Özbek'in sahipliğindeki GERÇEK GAZETESİ'ne dönüyorum. 1980 yılından, 1988 yılına dek, bu gazetede, yan yana masalarda önce Basri Atılganer ile çalışıyoruz, sonra ise İzzettin Pesen de bize katılıyor. Atılganer, Pesen ile pek anlaşamayınca Bandırma'daki İLKHABER gazetesine geçiyor.
1988 yılında, yeniden öğretmenliğe dönüyorum. Başka bir İl'e tayinimin çıkması olasılığının yüksekliği, Bandırma'dan ve gazetecilikten kopmak istememem nedeniyle Milli Eğitim Bakanlığı'na başvurmuyorum ve başkanlığını Bandırma Kaymakamı Alev Akcura'nın, 2. Başkanlığı Bandırma Belediye Başkanı Hasan Sur'un yaptığı Bandırma Kültür ve Eğitim Vakfı'na başvuruyor ve vakfa bağlı KEV Özel Lisesi'nde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak göreve başlıyorum. Bu görevim, 2002 yılına dek sürüyor ve emekli oluyorum.
1988-2002 yılları arasında da gazetecilikten hiç kopmuyorum. Müthiş bir çalışma temposu! Okulda derslerime giriyorum. Dersim bitince, hatta derslerim arasında boşluklar olunca hemen gazeteye koşuyorum. Basın toplantıları, haberler, köşe yazıları, röportajlar…Gazetenin haber kadrosunda da yalnızım. Tüm habercilik benim üzerimden yürüyor. Zaman yetmeyince geceleri de bu çalışma temposu sürüyor. Bu arada, ne özel statüdeki Kültür ve Eğitim Vakfı Özel Lisesi'nin sahibi Bandırma Kültür ve Eğitim Vakfı başkanlarından, ne de yönetimlerinden en küçük bir eleştiri bile almadığım gibi övgüyle de karşılaşıyorum. Çünkü gazetecilik gibi bir kamu görevini yerine getirirken, öğretmenliği de hiç ihmal etmediğimi, hatta okulun tiyatro kolunu 12 yıl yönetip, çok başarılı oyunları sahneye koyarak, çevre il ve ilçelere turneye bile çıktığımızı görüyorlar. Bu süre içinde okul yönetimleri ve öğretmen arkadaşlarımla uyum içinde çalışıyor, öğrencileri tarafından da çok seviliyorum. Derslerimiz ise tüm öğrencilerin katılımıyla özgür bir tartışma ortamı içinde geçiyor.
Emekliliğim ise SSK'lı olarak çalıştığım bu özel lise ile yine aynı statüde çalıştığım GERÇEK Gazetesi'nden oluyor.
Bu anılarım, “Gazetecilik Sevdam” isimli kitabımda da yer almıştı.
2002'de, KEV Özel Lisesi'nden emekli olunca sırtımdan bir küfe gidiyor. Böylece öğretmenlik yaşamıma nokta koyuyor ve gazetecilik yapıyorum.
Sözün kısası, hem gazeteciliği, hem de öğretmenliği çok severek yaptım. Ama herhalde gazetecilik biraz daha ağır basıyor. En büyük mutluluğum ise hem Erdek Lisesi, hem de Bandırma Kültür ve Eğitim Vakfı Özel Lisesi'nde okutup, daha sonraki dönemlerde karşılaştığım öğrencilerimin, “Hocam, nasılsınız? Sizi çok seviyoruz. Derslerinizi hiç unutmuyoruz” şeklindeki sözleri oluyor. Daha ne isterim ki?
Bu anılarımın yanı sıra diğer yaşadığım anılar, vefalar-vefasızlıklar da, “Gazetecilik Sevdam” isimli kitabımda ayrıntılarıyla yer alıyor.
Ne diyeyim, özel ve güzel yıllardı!