Kış aylarının gelmesiyle birlikte elimize şiş, tığ, iğne gibi aksesuarlarımızı alarak koltuklarımıza kurulduk ve kimimiz örmeye, kimimiz işlemeye başladık. Türkçe sözlükte örmek; iplik, kıl, yün, tel, saz gibi şeyleri elde şiş, tığ yardımıyla birbirine dolayarak işlemek ya da tezgâhta dokumak olarak açıklanırken; örgü ise örmek eylemi, örülerek yapılan şey olarak tanımlanıyor. Toplumumuzda örgü örmek hem bir elişi, hem bir beceri, hem bir rahatlama, hem bir hobi, hem de üretim işidir. Dolayısıyla ev ekonomisine katkı sağlamanın yanı sıra, boş zamanları değerlendirmek için de bir meşgaledir.
Örgü her kesimden insanın huzur bulduğu, rahatlatıcı bir uğraştır. Dolayısıyla ecdadımız bu uğraşları hem somut hem de soyut kültürümüzde yani dilimizde, günlük hayatta kullandığımız deyimlerimizde “ilmek ilmek” işlemişlerdir. Örneğin; çorap örmek bir el sanatı iken; “çorabı başa örmek” ile bir kimseye, haberi olmadan, kötü duruma sokucu davranışta bulunmak, alt etmek için gizlice plân kurmak, anlamlarını yüklemişlerdir.
Örgü örmenin ham maddesi ipliktir. Günümüzdeki modern iplik makineleri geliştirilmeden önce haminnelerimiz ipliklerini “öreke”, “kirmen”, “eğirmen” gibi aletler kullanarak kendileri üretmişlerdir. Bu işlemleri ve aparatları bizler her ne kadar bilmesek dahi, “anasının/ebesinin örekesi” deyimi kulağımıza çalınmıştır. Dilimizde ip üzerine yüklenen pek çok anlam vardır. Örneğin; “ipin ucunu kaçırmak”,” ipleri başkasının eline vermek”, “ipe un sermek”, “ipin inceldiği yerden kopması” bunlardan sadece birkaçıdır.
“ İp attım ucu kaldı / Tarakta gücü kaldı / Ben sevdim eller aldı / Yürekte acı kaldı” türküsü hepimizin diline pelesenk olmuştur. Bu türkümüze kaynak dokuma kültürümüzdür. Nineleriniz kilim dokur muydu bilemiyorum ama benim babaannem dokurdu. İşte bu türküde geçen “ip atmak” ve “tarakta gücü kalmak” ifadeleri bana dokuma tezgahının başındaki babaannemi hatırlatır. Bilenler bilir. Tezgahta önce mekik yani ip atılır ve bu iplerin sıkıştırılması için tarak adı verilen araç kuvvetle çekilir. Bu dizelerde de ȃşık sevdiğinin duygu ve düşüncelerini öğrenmek için öncelikle “ip atmıştır”. Bir başka ifadeyle zarf atmıştır. İpin ucu kaldığına göre ȃşığın ilgisi karşılıksız değildir. Fakat gösterdiği tüm güç ve çaba tarakta yani yarım kalmıştır. Dolayısıyla dokuduğu gönül kilimi tamamlanamamıştır. Sevdiğini eller alan ȃşığın acısı ise yüreğinde sızı olarak kalmıştır. Türkünün bir avuç sözcüğü ayrılığı, özlemi, beklentiyi, kaybetmeyi bir başka ifadeyle tüm insani hallerimizi nasıl kendinde topluyor, nasıl da bir romana dönüştürüyor. Bir yaşanmışlık ancak bu kadar damıtılıp estetik kılınmış olsa gerek.
Bu bağlamda;
“Ören bayan” elinde şişi, ortadan ikiye ayrılmış siyah saçları ve baştan aşağıya siyah mutaassıp esvabı ile zihnimizde bir logoyu/markayı çağrıştırsa da aslında bir “ören bayan” örgü örmekle entelektüellik arasında orantı kuran bilgi sahibi, münevver kadınlarımızdır.
Çünkü;
Bir ören bayan işlediği ilmeklere doğa ananın bahşettiği güzelliklerin adını verir.” Balıksırtı”, “salyangoz”, “istiridye”, “bal peteği” ,“buğday başağı”, ”yasemin”, “ahududu” gibi örgü modellerinin isimleri ören bayanın zooloji ve botanik alanlarından seçtiği isimlerdir.
Bir ören bayan attığı ilmeklerin adlarını “nohut”, “pirinç”, “mercimek”, “baklava” gibi mutfak kültürümüzün başlıca hububat ve tatlı isimlerinden seçer. Zira bir ören bayan aynı zamanda bir gastronomdur.
Bir ören bayan sinemaya ve müziğe meraklıdır. “Türkan Şoray kirpiği” sinemaya; “Zeki Müren dişi” müziğe; “fındıkkıran” baleye duydukları ilgi ve merakın göstergesi ile verilmiş isimlerdir.
Bir ören bayan edebiyat ve sanat severdir. “Dudaktan kalbe”, “salkımsöğüt”, “aşk merdiveni” edebiyattan örgüsüne aksettirdiği isimlerdir.
Bir ören bayan nüktedandır. Mizah yönü gelişmiştir. Gülmeyi de güldürmeyi de sever. “Hanım dillendi bey beğendi”, “sarhoş yolu şaşırdı”, “komşu çatlatan” gibi komik ve eğlenceli isimleri el işlerine verendir.
Dolayısıyla;
Tüm ören bayanlar, örmeye devam edin!
Sadece eğlendiğiniz için değil kendinize daha sağlıklı ve mutlu bir yaşam “ördüğünüz” için de!
Hoşça kalın, ören kalın!...