Balıkesir Akademik Odalar Birliği'nin düzenlediği Yerel Yönetimler ve Demokrasi konulu konferansı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası Toplantı Salonunda gerçekleştirildi. Moderatörlüğünü Behiç İstanbulluoğlu'nun yaptığı konferansa konuşmacı olarak 1989-1993 yılları arasında Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini yürüten Murat Karayalçın katıldı.
Yerel yönetimlerin nasıl olması gerektiğiyle ilgili düşüncelerini katılımcılarla paylaşan Murat Karayalçın, yerel yönetimlerin idari ve mali açıdan özerk olmasının anayasada tanımlandığını belirterek yerel yönetimlerin yerelleşmesi ve demokratikleşmesi için de kent hakkı kavramının kullanılması gerektiğini ifade etti.
NECDET UÇAN: “YEREL YÖNETİMLER DEMOKRASİNİN EN TEMEL KURUMLARINDAN BİRİDİR”
Saygı Duruyu ve İstiklal Marşı'nın okunmasıyla başlayan konferansta Balıkesir Akademik Odalar Birliği Dönem Başkanı Dr. Necdet Uçan açılış konuşması gerçekleştirdi. Kentte yaşayanların nasıl bir yerel yönetim istediğini ve beklentileri üzerine değerlendirmelerde bulunan Necdet Uçan, sorumluluk bilincinin gelişmesi gerektiğine vurgu yaptı. Uçan, “Belediyeler, kentte yaşayanların ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla ekonomik, sosyal, kültürel zenginliğe ve refaha ilişkin yerel hizmetlerin kendi sorumluluğunu yerine getiren, işleyişinde açıklığı, şeffaflığı, çoğulcu ve katılımcı demokratik ilkeleri hayata geçiren, yetkilerin yerel halka en yakın yönetim birimince kullanıldığı, kamu tüzel kişiliğe sahip, özerk, demokratik kuruluşlardır. Günümüzde yerel yönetimler demokrasinin en temel kurumları ve unsurları olarak görülmektedir. Halkın yönetime katılmasını sağlayan ve halka kendi kendilerini yönetme erdemini kazandıran kuruluş olmalarının yanında demokrasinin en etkin biçimde hayata geçirildiği, temsilciler ile seçmenler arasındaki coğrafi ve kurumsal uzaklığın ulusal düzeye oranla daha az olmasının, demokratik kuralların ön gördüğü hem seçim sürecinin hem de etkili bir halk denetiminin gerçekleşmesinin kavranması gereken yerlerdir” diye konuştu.
KARAYALÇIN: “BELEDİYELER HALKIN İHTİYAÇLARINI GİDERMEK İÇİN KURULDU”
Akademik Odalar Birliği Dönem Sözcüsü Necdet Uçan'ın ardından yerel yönetimler ve demokrasi konulu konferansı vermek üzere Murat Karayalçın'a söz verildi. Karayalçın konuşmasında yerel yönetimlerin nasıl olması gerektiğini verdiği örneklerle değerlendirdi. Karayalçın şu bilgileri verdi:
“Yerel yönetimlerin demokrasiyle bağlantısı konusunda adeta şehir efsaneyi diye nitelendirebileceğimiz değerlendirmeler yapılmaktadır. Belediyeler, kent yönetimleri demokrasinin beşiğidir denmekte, demokrasinin esasıdır ifadesi kullanılmaktadır. Bu genel olarak doğrudur ama bana göre tam doğru değil. Yerel yönetimlerden beklenen bu siyasi işlevin gereğinin yerine getirilebilmesi için yerel yönetimlerin bulunduğu ülkenin yönetiminin ülkenin anayasasına ve yasalarına göre yönetim sergileyebilmesi gerekir. O ülkenin yönetiminin merkezi yönetimle yani devlet tüzel kişiliğiyle yerel yönetimler arasındaki yetki paylaşımını hakkaniyet kurallarına göre belirlemesi gerekir. Önce bu olmalı, bu sağlanmalı, ondan sonra yerel yönetimler acaba demokrasinin beşiği midir, esası mıdır tartışmasına girebiliriz. Bizim anayasamız yerel yönetimlere; yerel, ortak gereksinmeleri anayasadaki ifadesiyle mahalli, müşterek ihtiyaçların karşılanması görevini vermiştir. Yerel yönetimler bunun için kurulmaktadır. Yani anayasamız mahalli, müşterek ihtiyaç diye nitelediği hizmetlerin devlet tüzel kişiliği tarafından, merkezi yönetimi tarafından karşılanmasını istemiyor. Bunun için özel bir kamu yönetimi birimi kurmuş, adına da yerel yönetimler demiş. Yerel yönetimlere bu görevi vermiş. Yerel yönetimlerin varlık nedeni budur.
“YEREL ORTAK GEREKSİNİMLERİ KARŞILAMAK BELEDİYENİN GÖREVİ”
Ama anayasa yerel ortak gereksinimlerin ne olduğunu tanımlamamış. Nedir ortak gereksinim dediğimiz şey? Anayasa bunun tanımını yapmamış ama Türkiye'de ilk belediye imparatorluk döneminde 1856 yılında Beyoğlu'nda, Galata'da kuruluyor. Yani bu ülkede 100 yılı aşan bir belediyecilik deneyimi var. O tarihten bu yana istediğimiz ölçüde olmasa bile bir belediye var. Dolayısıyla bizler yerel ortak gereksinimlerin ne olduğunu beş aşağı beş yukarı biliyoruz. Yani bir planlama yapacaksınız. Yaşanılan alanın planlanmasının belediyenin görevi olduğunu biliyoruz. Planlanan alanlardaki binaların ruhsatlandırılmasının, denetlenmesinin belediyenin görevi olduğunu biliyoruz değil mi?, Toplu taşımayı, bu arada raylı sistemi belediyelerin kurması ve işletmesi gerektiğini biliyoruz değil mi? Eski bir belediye başkanı olarak ben biliyorum. Anayasada tanımı yok ama gündelik yaşamımızdan biliyoruz. Belediyecilik hizmetleri dediğimiz hizmetler bunlardır. Bunu biliyorum, bunun böyle olduğunu söylüyorum ama maalesef uygulama böyle değil. Çok üzgünüm, uygulama böyle yapılmıyor.
“YEREL YÖNETİME MERKEZİ HÜKÜMET MÜDAHALE EDİYOR”
Önceki genel başkanımızın görevlendirmesinde 2015 yılında İstanbul'da il başkanlığı görevini yaptım. İstanbul'u o tarihlerde yakın gözlemleme imkanım oldu. Bunun niye böyle olmadığına ilişkin İstanbul'dan üç çarpıcı örnek vermek istiyorum. Bir tanesi İstanbul'u planlaması gerekenlerin İstanbul Belediyesi ve metropol belediyeler değil mi? İstanbul'a merkezi yönetimin 19 tane birimi o tarihlerde müdahale ediyordu. 19 bakanlık, kuruluş, Özelleştirme İdaresi, TOKİ, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı gibi 19 merkezi yönetim birimi İstanbul'un falanca ilçesinin, filanca parselinde şöyle bir yapılaşma olması gerektiğini karara bağlayabiliyor, yani orayı planlıyor. Her taraf diyelim ki 5 katlı, orada 15 katlı binanın yapılmasına hükmediyor Ankara'daki büyükler. Bunu da İstanbul Belediyesine göndererek planlara işlemesini söylüyor. O zaman bu birimlerin sayısı 29'du şimdi bilmiyorum ama daha fazladır diye düşünüyorum. Geçenlerde Sayın Genel Başkanımız Türkiye'nin çoğu kentinde yaşanan afetler sırasında İstanbul'un hiçbir ilçesinde afet olayının yaşanmadığını kıvançla dile getirdi. Ama geçen yıl İstanbul çok ciddi bir afetle karşı karşıya kalmıştı. Oradan yaşanan sorunla hareketle idari görevlere bakmaya çalışmıştım. Ankara-İstanbul arasındaki E-5'i, TEM otoyolunu da biliyorsunuz. Bunlardan E-5' İstanbul Belediyesi, TEM'i merkezi hükümet, Ulaştırma Bakanlığı yönetiyor. Tasavvur edebiliyor musunuz bir kentin iki sokağı, iki caddesi, iki aksı biri belediyenin, biri hükümetin elinde. İstanbul'da dikkatinizi çekmiştir metrolarda kimi yerlerde koskocaman U yazıyor, kimi yerlerde koskocaman M yazıyor. U yazdığı yazan Ulaştırma Bakanlığı, M yazdığı zaman belediye. Akslar paylaşılmış, metro istasyonları, raylı sistemler paylaşılmış. Köprüye kadar belediye, köprünün üzerinde merkezi yönetim, köprüden çıktıktan sonra tekrar belediye yönetiyor. Kuzey Marmara Otoyolu var o da özel sektörün. Böyle bir kent yönetilir mi?
“ÇEVRE DÜZENİ PLANI BİR KİŞİNİN TALİMATIYLA DEĞİŞTİRİLMEMELİ”
Ama bana göre daha önemlisi çevre düzeni planıdır. 1/100.000'lik Çevre Düzeni Planı o ildeki iktisadi ve fiziki kararları da kapsıyor. Şuralara bu yapılacak, şuralarda bu tesisler kurulacak, şurası orman, şurası yeşil alan, konut yerleri belirleniyor. Bunu da kent dediğimiz merkezde değil ilin bütününde planlıyorlar. Rahmetli Kadir Topbaş Anavatan Partili Büyükşehir Belediye Başkanı 2009 seçimlerinden sonra 500 teknisyenle birlikte İstanbul için bir plan hazırladı. Bu plan özetle İstanbul kuzey-güney yönünde genişlemesin, doğu-batı yönünde de mümkünse genişlemesin ama kuzey-güney hiç genişlemesin. Çünkü kuzey-güney istikametinde özellikle kuzeyde ormanlar var, su kaynakları var, kent oraya gitmesin. Alınan kararlardan bir tanesi budur. Çok başarılı bir çalışma yapıyorlar, İstanbul Çevre Düzeni Planını 5 yılda hazırlıyorlar. 5 yıl sonra Kadir Topbaş bu planı encümenden geçirerek İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisinin onayına sunuyor. Bana göre bir kentin en yüksek meşruiyet platformu sizin kentiniz için de Büyükşehir Belediye Meclisidir. Büyükşehir Belediye Meclisinin aldığı kararlar kentin geleceği için, mevcut durumu için yaşamsal önemdedir. Kadir Topbaş bu planı sunuyor ve Cumhuriyet Halk Partililer de kabul ediyor. Oy birliğiyle bu plan geçiyor. Bu planda yine üçüncü havalimanı var. Ama kuzeyde değil, ormanların içinde değil Silivri'nin yakınlarında bir yerde ön görülüyor ve plana işaretleniyor. Sonra dönemin başbakanı helikopterle İstanbul turu atarken şuraya şu, buraya bu yapılacak talimatları veriyor. İstanbul'un en yüksek meşruiyet platformunun İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nin aldığı karar başbakanın helikopter gezisi sırasında bireysel talimatıyla değiştiriliyor.
“YEREL YÖNETİMLERE MÜDAHALE ANAYASAYA AYKIRIDIR”
Size İstanbul'dan üç örnek verdim. Eminim Balıkesir'de de vardır, eminim Türkiye'nin başka kentlerinde de bunlar yaşanmıştır. Ama bu üç örnek anayasaya aykırı bir durum olduğunu göstermektedir. Bu anlattıklarım anayasaya aykırıdır. Metrodan, raylı sistemden daha önemli yerel ortak gereksinim olur mu? Sen niye giriyorsun kardeşim Ulaştırma Bakanlığı olarak buraya? Paran varsa belediyeye kredi olarak ver bunu belediye yapsın. Anayasaya aykırı davranılmaktadır. Bu durum 5393 Sayılı Belediye Yasası'nın üçüncü maddesinde öngörülen “belediyelerin idari ve mali özerkliği vardır” hükmüne aykırıdır. Üçüncü olarak bu bizim 1988 yılında imzaladığımız, TBMM'de 1992 yılında onayladığı Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik şartının ön görülerine aykırıdır. Şimdi belediye yasasını bir yere bırakıyorum Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Yasasını bir kenara bırakıyorum ama yahu anayasaya aykırı bir durum var. Bu anayasın uygulanmadığını gösteriyor. Anayasa uygulanmıyorsa o ülkede demokrasi yoktur, demokrasiden söz edilemez. Ülke genelinde demokrasiden söz edilemiyorsa yerel yönetimlerde de demokrasiden söz edilemez. İstediğin kadar demokrasinin eşiğidir, beşiğidir de. Demokrasi işlemiyorsa senin için de işlemiyor.
“YEREL YÖNETİMLER YERELLEŞTİRİLMELİ”
Diyelim ki durum böyle değil, varsayalım ki Türkiye'de demokrasi tıkır tıkır işliyor. Var sayalım ki Türkiye'de anayasanın yerel yönetimler için ön gördükleri doğru bir şekilde işletilmektedir, özerklik tam anlamıyla sağlanmıştır. Peki, o durumda yerel yönetimlerde demokrasinin olduğunu söyleyebilir miyiz? Bana göre yine tam olarak işlemez. Bana göre yerel yönetimlerin demokrasinin eşiği olabilmesi için yerel yönetimlerin de yerelleştirilmesi gerekmektedir. Merkezi yönetim gibi belediye olmaz. Bakanlık gibi bir belediye olmaz. Farklı bir kamusal örgüt, yapı olmalıdır. Hemşerilerine daha yakın olabilmelisin, daha kolay ulaşabilmelisin. O nedenle yerel yönetimlerin de yerelleştirilmesi gerektiğini söylüyorum. Yerel yönetimlerin yerelleştirilmesi, yani demokratikleştirilmesi için kent hakkı kavramını kullanmak istiyorum. Kent hakkı kavramı Türkiye siyasetinin bana göre en şanlı sayfası olan 2013 yılındaki Gezi Direnişiyle yaşamımıza girmiştir. Gezi direnişine katılanlar orada başbakanın tercihine göre Topçu Kışlasını yaptırmamışlardır, direnmişlerdir ve Topçu Kışlası yapılmamıştır. Kent hakkının Türkçesi, özü şudur; Gezi Direnişçileri dediler ki arkadaş sen benim yaşam alanıma, benim rızam olmadan müdahale edemezsin. Kent hakkı budur. Umarım kent hakkı bir anayasal hak olarak önümüze gelir. Yalnızca bir söylem olarak bunu kullanmamalıyız. Bu şeni bir hak, kolektif, gayrimenkul mülkiyetine dayanmayan bir haktır. Kent hakkı; yaşam alanlarının o kentte yaşayan insanlar tarafından düzenlenmesi, üretilmesi, yeniden üretilmesi gereken bir şeydir. İkincisi de katılım, katılımcılık ve saydamlıktır. Katılımcılık ve saydamlık kavramlarını Türkiye siyasetine 1989 yılında Rahmetli Genel Başkanım Erdal İnönü kazandırmıştır. Saydamlık, katılımcılık ve hesap verebilirlik Erdal İnönü'nün dile getirdiği kavramlardı.
“PLAN-BÜTÇE- PROJELER”
Yerel yönetimler kentsel yaşama bana göre üç yönden müdahale ederler. Birincisi planlardır. Kent planları ölçeği ne olursa olsun kentsel yaşama belediyelerin müdahale aracıdır. İkincisi bütçelerdir. Belediye bütçeleriyle bizim yaşam alanımıza belediye tarafından müdahale edilir. Üçüncüsü ise projelerdir. Planlar, bütçeler ve projeler. Belediye başkanı olduğum dönemde Ankara Kurultayını topladım. Ankara'daki bütün sivil toplum örgütlerini, köy dernekleri de içinde olmak üzere kurultaya davet ettim. Sade bir Ankaralıyım diyorsan sen de gel kardeşim dedim, onları da davet ettim. O kurultayda muhtarlarımız ve belediye meclis üyelerimiz doğal üyelerdi. Ben Büyükşehir Belediye Başkanı olarak Ankara Kurultayına belediyenin planlarını ve bir yıl sonraki bütçe taslağını sundum. Dolayısıyla Ankaralılar bunu 1 hafta boyunca tartıştılar, komisyon kurarak ele aldılar, görüşlerini verdiler. Buna benzer bir sistemin işletilmesi belediye başkan aday adaylarına önerimdir, yararlı olacaktır. Ama projeler işin bam teliydi. Belediyelerin bazı projeleri sabit, toplumsal tabanlıdır, bazıları farklı nitelendirilir. Batı Kent sosyal demokratların kurduğu, Dünya Konut Yılı ödülü almış bir kenttir. 55 bin konut için planlanmıştı ama şimdi çok daha fazladır. Batı Kent Projesi sabit toplumsal tabanlı bir projedir. O sabittir ama Batı Kenti Kızılay'a bağlayan Ankara Metrosu sabit toplumsal tabanlı proje değildir oraya herkes girer, katılır. Dolayısıyla onu sabit toplumsal tabanlı proje olarak görmüyorum da Batı Kent sabit toplumsal tabanlı projedir, çünkü herkesin yeri bellidir. Şimdi bu sabit toplumsal tabanlı projelerde bir kamu tüzel kişiliği olan belediye ile o projenin toplumsal tabanını oluşturan proje halkı arasında bir güçlü, örgütlü diyalog olması gerektiğini söylüyorum. Yani bu aslında kamu-halk işbirliğidir. Kamu ve halk proje esasına göre, o proje üzerinde işbirliği yapmalıdırlar. Projeyi ortaklaşa tasarlamalıdırlar. Yani bir yeni yerleşim projesi varsa ben bu projeyi hazırladım sen de gel bu projede yer al değil, birlikte tasarım yaparak birlikte uygulamalı, denetlemelidirler. Bu ortaklaşımdır.”